BASIN TOPLANTISI - ETKİNLİK - KONFERANS
Basın Daveti Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği 06 Şubat 2020, 09:30

Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği (TKYD), 2019 yılında Emeklilik ve Yatırım Fonları performanslarını ve fonlara artan ilgiyi açıklıyor. 06 Şubat 2020...

Tüm Etkinlikleri Göster
BANKA HİSSELERİ
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri

E-posta listemize kayıt olun, en son haberler adresinize gelsin.

Ana SayfaKazandıran SohbetlerÜnlü deniz biyolojisi doktoru ve belgeselci Mert Gökalp’ten kurtuluş reçetesi----

Ünlü deniz biyolojisi doktoru ve belgeselci Mert Gökalp’ten kurtuluş reçetesi

Ünlü deniz biyolojisi doktoru ve belgeselci Mert Gökalp’ten kurtuluş reçetesi
16 Ocak 2024 - 07:40 www.finansgundem.com

Hayatını deniz canlılarına, denizin geleceğine adamış bir bilim adamı Dr. Mert Gökalp. Okyanus bilim okumuş. Deniz çayırlarının mucizesini, balıkların hikayelerini anlatınca şaşırıyorsunuz. İnsanlık için öyle çalışmalar yapıyor ki vay canına diyorsunuz.

VOLKAN KARSAN – FINANSGUNDEM.COM / KAZANDIRAN SOHBETLER

Denizden yararlanmayı pırıl pırıl kumluk sahillerde yüzmek sayanlar özellikle bu röportajı okumalı…

Uykuda geçen zamanı hariç neredeyse hayatının büyük bölümünü dalarak geçiren, adeta denizin geleceğine bir ömür adayan Dr. Mert Gökalp bakın neler anlattı… Balık yerken de tatil yaparken de doğruları yapmak sizin elinizde, çünkü kumluk olsun diye yok edilen deniz çayırları ya da avı yasak olmasına rağmen restoranlarda yer alan bazı balıkların nedeni turistik talep…

“2007’DEN 2012’YE KADAR TÜRKİYE DENİZ CANLILARI REHBERİ İÇİN ÜLKEMİZİN HER TARAFINDA DALMADIK YER BIRAKMADIM”

- Sayın Gökalp bize sualtı film yapımcısı ve bir deniz biyoloğu olarak bugüne kadar yaptığınız akademik ve doğa dostu çalışmalarınız hakkında özetle bilgi verir misiniz?

- Mühendislik fakültesinde 2003 yılında yüksek lisansa başlayarak yola çıktım. Yüksek lisansa devam ederken bir fondan yararlanıp Miami Üniversitesi’ndeki Rosenstiel School of Marine, Atmospheric and Earth Science fakültesinin deniz birimleri departmanında fiziksel okyanus bilim okumaya gittim. Döndüğümde Ankara Üniversitesi’nde yeni açılan Biyoteknoloji Enstitüsü’nde yüksek lisansımı bitirdim. O dönemde kimsenin ilgi göstermediği süngerler üzerine bu çalışmayı yaptım, o günden beri konuyla ilgili çalışmalarım sürüyor. Yüksek lisansım sürerken bir konferans için iki kişiyi davet etmem istendi.

Bir öğrenci olarak çok iyi tanımadığım Hollanda’nın Wageningen Üniversitesi’nden sadece makalelerinden etkilendiğim iki kişiyi davet ettim. Sonra bu üniversitenin çok başarılı olduğunu öğrendim… Bu konferans vesilesiyle konuklarla iyi bir dostluk kurarak Avrupa Birliği projelerinde asistan ve tekniker olarak çalışmaya başladım. İşimiz süngerlerin filtrasyon özelliklerini kullanarak ne kadar iyi bir deniz temizleyici olabileceğini ve Bodrum'daki balık çiftliklerinin o dönemki büyük problemlerini ne denli çözebileceği ile alakalıydı. Çünkü balık çiftliklerinin taşınması gibi bir durum söz konusuydu. Biz buna inanıyorduk. Hem balık çiftliklerinin kazancını arttırarak hem çevreyi koruyarak hem kıyıları temiz tutarak yapay resif gibi kombine bir entegre deniz ürünleri yetiştiriciliği yapabileceğimizi düşündük ve bu fikri ortaya attık. Bununla ilgili Hollanda'da ve Türkiye'de iki Avrupa Birliği projesinde çalıştım. Türkiye'deki ayaklarını ben yönettim ve ilki Bodrum’dan olan bazı bilimsel makaleler çıkardık. Önce Balıkçılık ve Aqua Kültür bölümü, ondan sonra da yeni açılan Deniz Canlıları Ekolojisi bölümünden doktoramı tamamladım.

Doktoramın ikinci bölümünde, Kaş Kekova bölgesinde bir deniz koruma alanını seçerek balık çiftliklerinde yaptığımız projeyi bu sefer de denizin içerisinde derin deşarjla kirletilen bir ortam içerisinde de uyguladık. Bu ortamda süngerler yetişir, büyür mü? Biz burada da bir çiftlik kurabilir miyiz? Burada süngerlerin etkisi olabilir mi? Bu sorulara cevap arayarak birtakım denemeler yaptık. Aşağıya inkübasyon üniteleri indirerek fizyolojik denemeler yaptık, onların ne kadar zararlı bakterileri elimine ettiğini, filtre ettiğini, çok zor şartlarda deniz ortamında ölçtük.

Orada yılan balıklarının avlanma metodu olan pinterden yola çıkarak kendi geliştirdiğim sünger fileleri koyarak bir pinter inşa ettik. Aralara pvc paneller uygulayarak kat kat kat sünger yetiştirme üniteleri koyduk ve bunu test ettik. Teorik olarak farklı sünger türlerine uyarlayarak oldukça güzel bir çalışmayla üç sene önce doktora çalışmamı tamamladım. Bu uzun bir süreç oldu çünkü yaptığım işi yapan, çalıştığım süngerlerle bu şekilde çalışan dünyada kimse yoktu. Onun için bu yolculuk oldukça uzun sürdü. Bilimsel olarak beş A+ makaleyle ortaya çıkmış oldum. Bir tane de rewiev makalesi yayınladım. O da önemli bir dergi olan Aquaculture dergisinde yayınlandı. Son 17 yılın Hollanda'daki en iyi temel bilimler üniversitesi olan Wageningen Üniversitesi’nden iyi bir disiplin almış oldum. Doktoramın 10 yıl sürmesinin bir nedeni de arada kitap yayınlamam ve belgesel çekmem oldu. İlk olarak kitap yapmak için 2007’den 2012’ye kadar Türkiye Deniz Canlıları Rehberi için ülkemizin her tarafında dalmadık yer bırakmadım. Deniz canlarını önce kendim tanıyıp makalelerden özelliklerini, daha sonra da taksonomik özelliklerini öğrenip bunları ayrıştırmak istedim.

Karakin Deveciyan'ın yüzyılın başında çıkardığı Türkiye’de Balık ve Balıkçılık adlı muhteşem eserinden günümüze bir eğitim materyali eksikliğini fark ettim. Ankara Üniversitesi’nden Alp Can hocamın Dip Deniz Balıklarının Demersal Atlası kitabından da etkilenerek ve bunu daha ileri taşımak amacıyla Türkiye Deniz Canlıları Rehberi’ni İnkılap Yayınları’ndan çıkardım. Yaklaşık altı senelik bir çalışmada binin üzerinde dalış yaptım.

Çalışmalarım sürerken elimdeki canlı grubu 400’lerden 700’lere kadar büyüdü. Bunun üzerine İBB yayınlarından İstanbul Deniz Canlıları Rehberi’ni yayınladık.

Bu kitapta İstanbul'da 8800 senelik insanın denizle ve balıkla olan hikayesini anlatmaya çalıştık. Medeniyetlerin geçişiyle beraber balığın ve insan ilişkisinin nasıl değiştiğiyle alakalı süreci ve müsilaja kadar gelen günümüzdeki bu çöküş dönemini işledik.

Kaş Kekova bölgesinde bir deniz koruma alanını seçerek balık çiftliklerinde yaptığımız projeyi bu sefer de denizin içerisinde derin deşarjla kirletilen bir ortam içerisinde de uyguladık. Bu ortamda süngerler yetişir, büyür mü? Biz burada da bir çiftlik kurabilir miyiz? Burada süngerlerin etkisi olabilir mi? Bu sorulara cevap arayarak birtakım denemeler yaptık.

“EN DEĞERLİ BALIK OLAN LÜFERİN KORUNMASINI AMAÇLAYAN İLK UZUN METRAJ BELGESELİM, 25 KADAR FİLM FESTİVALİ, 50 KADAR ÖZEL GÖSTERİMLE 4 ÖDÜL ALDI”

- Hocam, bir de çok ciddi su altı görüntü ve belgesel çalışmalarınız var değil mi?

- Evet kitabın tam olarak ifade edemediğini ve vatandaşımızın çok da kitap almadığını düşünerek hareketli görüntüye geçtim. 2008’lerde kameralar konusunda ve senaryo eğitimi alarak, yazarlık konusunda kendimi geliştirip çekimlere ağırlık verdim.  Görüntü yönetmenliği ve kurgu öğrendim, kendi kliplerimi yapmaya, ardından da belgesel yolculuğuna başladım. 2011’de Kaş’ta başlayan, 2013’te Kaş ve Bodrum’da sponsorun sağladığı gelişmiş sualtı kameralarıyla gelişen 10 senelik yolculuk, Orfoz belgeseli ile sonuçlandı.

Kaş Kekova bölgesindeki koruma alanı üzerinden inceleyerek yasaklanmaya kadar gelen noktaları anlattık. Zıpkıncıların, oltacıların ve kıyılardaki insanların, bireysel avcılığın kıyılara nasıl etki ettiğiyle alakalı önemli bir balık olan Orfoz’un hikayesini aktarmaya çalıştık.  

Onun öncesinde Lüfer belgeselini 3,5 senelik bir çalışmayla yayınladık. Kuzey’de de göç balıklarıyla endüstriyel balıkçılık arasında yoğun bir savaş vardı. En değerli balık olan lüferin korunmasını amaçlayan bu ilk uzun metraj belgeselim İstanbul Film Festivali'nde galasını yaparak gösterime girdi. 25 kadar film festivali, 50 kadar özel gösterimle 4 ödül aldı. Bu iki belgesel daha sonra Blu TV’de bir yıl boyunca yayınlandı.

Akdeniz serisinin üçüncü filmi olan İstilacıları çektik. İstilacılar Akdeniz'in değişen yüzü… Isı artışı ve Süveyş Kanalı’nın açılması ve daha da genişletilmesiyle birlikte gelen Aslan balığı, Balon balığı ve diğer canlılar üzerinden hikayemizi anlatmaya çalıştık. Dört bilim insanının hikayesi üzerinden Akdeniz'i işlediğimiz bir belgesel oldu.

Bunlar Akdeniz serisinin üç eseriydi. Bunun yanı sıra tabi insanın denizle olan ilişkisiyle alakalı iki de kısa film çektim. Bir tanesi “İrme” idi, o ilk filmimdi. 2013’te imece usulü Bodrum süngerciliğini anlattığımız bir sualtı filmiydi. Antalya Film Festivali'nde ödüle aday oldu ve birçok festivalde gösterildi. Sonra da Mancorna’yı çektim. Bu kez Kalimnos'taki sünger avcılarını konu aldık böylece Türkiye ve Yunanistan ikilemesi oldu.

Belgeselcilik devam ederken bir yandan da Magma dergisinde yedi senedir yazarlığım da sürüyor.

“KİRLİLİĞE İLAVETEN, BUNCA İNSANI BESLEMEK İÇİN UYGULANAN KURALSIZ DENİZ AVCILIĞININ BALIKLARININ SOYLARINI TÜKETECEĞİ AÇIK”

- Önce genel olarak denizlerimizde kirlilik ne durumda, iyileşme söz konusu mu, daha mı kötüye gidiyor?

- İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1950’lerde, donanma teknolojisi balıkçılıkta kullanılmaya başlandı. Dünya nüfusunun da hızla artmasıyla beraber tüm dünyada olduğu gibi Türkiye'de de hem balıkçılık hem de derin deşarj yoluyla şehir atıklarının arıtılmadan atılması ve derelerin nehirlerin kirletilip bunların denize akıtılmasından kaynaklı olarak ciddi bir geriye gidiş oldu.

Ancak Türkiye'de farklı bir şekilde 1980 darbesinden sonra, ciddi birtakım teşvikler verilerek endüstriyel balıkçılık filosu gereçler ve elektronik malzemelerle büyütüldü. Denize verilen zarar çok büyük boyutlara ulaştı ve sürdürülemez bir noktaya geldik. 1950’lerde bir milyon olan İstanbul'un nüfusunun 2000’ler sonrası 10-15 milyonları aşması, Marmara çevresinin 25 milyonu bulmasıyla ciddi kirlilik oldu.

Kirliliğe ilaveten, bunca insanı beslemek için uygulanan kuralsız deniz avcılığının balıklarının soylarını tüketeceği açık. En son darbeyi de pandemide insanların altyapısı yeterli olmayan kıyılara yerleşmesiyle her kıyının talan edilmesi ve her koyda tesis yapılmaya başlanmasıyla ciddi bir gerileme dönemine girdik.

Kural ve kanunlar yetersiz olup buna denetimsizlik de eklenince herkes kafasına göre denizleri kirletebiliyor.

Türkiye'de farklı bir şekilde 1980 darbesinden sonra, ciddi birtakım teşvikler verilerek endüstriyel balıkçılık filosu gereçler ve elektronik malzemelerle büyütüldü. Denize verilen zarar çok büyük boyutlara ulaştı ve sürdürülemez bir noktaya geldik. 1950’lerde bir milyon olan İstanbul'un nüfusunun 2000’ler sonrası 10-15 milyonları aşması, Marmara çevresinin 25 milyonu bulmasıyla ciddi kirlilik oldu.

“TURİZMCİLER KIYIDA BİR TESİS YAPIYORLARSA ASLINDA ONLAR İÇİN EN ÖNEMLİ CANLININ DENİZ ÇAYIRI OLDUĞUNU ANLASINLAR VE SÖKMESİNLER”

- Şu sıralarda yoğunlaştığınız deniz çayırları konusu üç tarafı denizlerle çevrili ülkemiz adına ne anlama geliyor?

- Mercan resifleriyle ilgili bir belgeselin çekimlerini yapmıştım, bu konuyla alakalı ciddi bir bilgim vardı. Mercan resifi bütün dünyada tropik ortamlarda ne anlama geliyorsa, deniz çayırları da Akdeniz için o anlama geliyor. Habitat sağlıyor, balıkçılığı, turizmi destekliyor, oksijen sağlıyor, hastalıkları önlüyor, karbon dengelemesi yapıyor, fazla karbonu köklerinde ve yapraklarında özellikle köklerinde soğuruyor.

Ama biz ona ot diye bakıyoruz. Kıyılarda sökmeye çalışıyoruz, temizlemeye çalışıyoruz. Turistler korkuyor diye ayaklarına dolanmasın diye üzerine kumlar döküyoruz, dalga kıranlar yapıyoruz ve kirletiyoruz. Bir şekilde yok ediyoruz. Ancak bu kadar önemli, habitat sağlayan bir canlıyı yok etmenin yanlışlığını zaten uzun zaman önce fark ettik. 2016’da WWF’le beraber promosyonel videolar yapmıştık ve Kaş’ta tonoz yapılmasıyla ve çapa atılmamasıyla alakalı çalışmalar yapmıştık.

Bu çalışmayı takiben bu yıkımın en fazla olduğu, en yoğun olduğu yerlerden biri olan Bodrum yarımadasında neden bir proje başlatmayayım dedim ve kıyı korumasını daha da güçlendirmek adına deniz çayırlarını seçerek proje başlattım. Amacım onu korursam diğer bütün canlıları koruyabilirim düşüncesini yaşama geçirmekti. Bu çalışmaya Sualtı Araştırmaları Derneği ile Posidonya Projesi adını verdik ve sosyal medya hesabı kurduk, insanlara eğitim materyali hazırlıyoruz. Güzel tasarımlar, illüstrasyonlar ve filmler yapıyoruz ki insanlarda deniz çayırlarıyla ilgili bir bilinç gelişsin. Mesela turizmciler de kıyıda bir tesis yapıyorlarsa aslında onlar için en önemli canlının deniz çayırı olduğunu anlasınlar ve sökmesinler. Hatta eko turizm yoluyla gelen müşterilerine bunu aktarabilsinler çünkü o önlerindeki suyun kalitesini, temizliğini sağlayan tek canlı ve en önemli canlı o çayır.

Yatçıların ve teknecilerin de çapa atarken daha bilinçli olarak deniz çayırı üzerine atmamasını sağlamak için birtakım kampanyalar ve aktiviteler yapıyoruz. Projemiz genel anlam itibariyle bu, bir senelik ama devam etmek istiyoruz. Bunu bir harekete dönüştürmek istiyoruz. UNDP’den, Turkuaz fonundan ve Fransız Konsolosluğu’ndan fonlar aldık. Bu yolda devam ediyoruz, büyümeye, gelişmeye, gönüllerle öğrencilerle beraber meramımızı anlatmaya çalışıyoruz.

“BU ÇALIŞMAYI BAŞKA NOKTALARA DA TAŞIYARAK BU ZENGİNLİĞİ KORUYABİLMEMİZ İÇİN GERÇEK YÜZÖLÇÜMÜNÜ DE BİLMEMİZ GEREKİYOR”

- Ege denizini baz alırsak Türkiye ve Yunanistan karasularındaki deniz çayırlarının yüzölçümü farkı nedir ve bunu nasıl yorumlarsınız?

- Bu konuda çeşitli çalışmalar var, özellikle Fransızların bir araştırmasında bizim deniz çayırlarımız gerçekten çok az çıkmış.

En uzun kıyı şeridine ve en el değinmemiş yerlere halen sahip olan ülkelerden bir tanesi olmamıza rağmen biz bu konuda inanılmaz düşük rakamlara sahibiz ve çayırlar anlamında ortalama altı düşük bir şekilde temsil edilmişiz. Bizim gözlemlerimiz de aynı yönde, bu çalışma onun için çok önemli.

Bodrum'la başladık ve bunu yapmaya çalışan başka dostlar da var. Bu çalışmayı başka noktalara da taşıyarak bu zenginliği koruyabilmemiz için gerçek yüzölçümünü de bilmemiz gerekiyor. Şu anda bunu yapmaya çalışıyoruz.

“DENİZ ÇAYIRLARI KARBON SOĞURAN, DÜNYA İÇİN YAPTIĞINIZ YANLIŞLARI EKOSİSTEM İÇERİSİNDE GİDEREN CANLILAR”

- Deniz çayırlarının iklim değişimi konusundaki etkilerini de sizden öğrenebiliriz miyiz?

- Büyük olumlu etkileri var çünkü birincisi oksijen üretme anlamında Mangrov ormanlarıyla beraber en önemli deniz canlıları, hatta bazı orman türlerinin arşivlerinden ciddi bir şekilde daha fazla kapasitede var. Aynı şekilde de absorbe etme (emme) anlamında özellikle fosil yakıtlardan kaynaklı, iklim değişimini en fazla olumsuz etkileyen bu karbon fazlalığının emilmesi anlamında çok önemli. Bu çayırlar karbon soğuran canlılar. Deniz çayırları dünya için yaptığınız yanlışları ekosistem içerisinde gideren canlılar. O açıdan iklim değişikliğinden söz ediyorsak bir metrekare bile deniz çayırını sökmemek, zarar vermemek, onları orada korumak en önemli görevdir diyebilirim.

“HEM BALON BALIĞI HEM ASLAN BALIĞI HEM DE DİĞER İSTİLACI KARAKTERDEKİ CANLILARIN CİDDİ OLUMSUZ ETKİLERİ OLABİLİYOR”

- Kızıldeniz’den balık göçü sürüyor mu?  Sonuçları neler olabilir?

- Süveyş Kanalı açıldığından beri, genişletilmesi sonrası da artarak bu göç sürüyor. Balıklar, omurgasızlar, karidesler her tür diğer canlı geliyor. Sonuçlarının ne olduğunu görüyoruz. Sanırım İskenderun’da geçen günlerde bir aileden altı kişi balon balığı yemiş, hastaneye kaldırılmış. Aslan balığı ile alakalı konu malum birçok önemli balığın yumurtasını yok ediyor. Hem balon balığı hem aslan balığı hem de diğer istilacı karakterdeki canlıların ciddi olumsuz etkileri olabiliyor. Buradaki yerel canlıları baskılayabiliyor, onlarla beslenebiliyor, alanlarını daraltabiliyor, nüfuslarını daraltabiliyorlar. Bunun sonucunda Akdeniz tropikalleşiyor. İstilacılar belgeselim bu konuyu merak edenler için önemli bir kaynak.

“DÜNYADA VE ÜLKEMİZDE ARTAN BU NÜFUSU BESLEMEK İÇİN YETERLİ DENİZ CANLISI YOK VE TALEP DE ARTIYOR”

- Sofralara gelen balıklarda avcılığın payını süratle üreticilik mi alıyor? Bu durumda denizler ve canlılar dengesiyle ilgili ne sonuçlar söz konusu olabilir?

- Geçtiğimiz yıl içinde yarı yarıya bir orana geldi avcılık ve üreticilik. Zaten dünyada ve ülkemizde artan bu nüfusu beslemek için yeterli deniz canlısı yok ve talep de artıyor. Bunu karşılayabilmek için böyle bir sektör doğdu ve büyüdü. Bu sektörün de birtakım yanlışları da var. Onlar da denize çeşitli zararlar verebiliyor. Kirlenme anlamında veya aldığınız hamsiyi ya da sardalyayı balık unu yapıp levrek beslemek gibi… Aslında hamsi yapıyorsunuz levreğe çeviriyorsunuz. Yeni balık üretmiyorsunuz gibi bir durum var.

Onun için yem teknolojisinin gelişmesi ve başka protein kaynakları bulunması gerekiyor. Denizi de çevreyi de kirletmeyecek bir noktaya gelmesi gerekli ki daha doğa dostu olabilsin. Onları yememek de bir seçim ki veganlar, vejetaryenler var, yemiyorlar. Ama biliyoruz ki deniz artık bu kadar büyük bir nüfusu beslemeye yetmiyor.

Aslan balığı ile alakalı konu malum birçok önemli balığın yumurtasını yok ediyor. Hem balon balığı hem aslan balığı hem de diğer istilacı karakterdeki canlıların ciddi olumsuz etkileri olabiliyor. Buradaki yerel canlıları baskılayabiliyor, onlarla beslenebiliyor, alanlarını daraltabiliyor, nüfuslarını daraltabiliyorlar. Bunun sonucunda Akdeniz tropikalleşiyor.

“ÖNLEMLERE, KOTALARA, BÜYÜK DENETİMLERE RAĞMEN OKYANUSLARDA DERİN DENİZ AVCILIĞI ANLAMINDA YAPILANLAR ÇOK ZARAR VERİYOR”

- Kontrolsüz deniz ürünleri avcılığı ve aşırı tüketim sürdükçe denizler bir gün iyice verimsiz, hatta canlılardan yoksun hale gelebilir mi?

- Bu gelecekten endişe duymak çok doğal. Nasıl 60’lı yıllarda Kılıç, 80’li yıllarda Orkinos ve 2000’lerde Uskumru İstanbul sularından çekildiyse bu olumsuz tabloyu gerçekleştirmek mümkün.

Çok önemli önlemlere, kotalara, daha büyük denetimlere rağmen okyanuslarda derin deniz avcılığı anlamında yapılanlar veya insanların kıyıda devletlerin kontrol edemediği noktalarda yaptıkları da çok zarar veriyor. Özellikle Asya ülkelerinden Çin ve Japonya'nın avcılık yöntemleri, Avrupa ülkelerinin Afrika kıyılarını sömürmesi, Norveç ve İspanya filolarının ve şimdi de bizim filoların Moritanya'ya kadar gitmesi denizlerin geleceğini tehlikeye atıyor. Bunlar oldukça bizim sağlıklı, okyanus ve deniz ekosisteminden bahsetmemiz mümkün değil.

“DENİZ ÜRÜNÜ DİYE NİTELENDİRİLEN HER CANLI İÇİN AYRI TARİHLER OLMASI, AV BOYLARININ YENİDEN REVİZE EDİLMESİ GEREKİYOR”

- Peki yine Türkiye'ye dönersek, saptanan yasak tarihlerinde bir değişim olması balık nüfusunun daha verimli gelişmesine bir katkı sağlar mı?

- Yeni tebliğler oluşturuluyor, herkesten görüş almaya başladılar, ben de verdim, bizim dernek de verdi, inşallah uygularlar. Deniz ürünü diye nitelendirilen her canlı için ayrı tarihler olması gerekiyor. Bazı canlıların kış aylarında, bazılarının sonbaharda üremeleri olabiliyor. Bazıları erken başlayabiliyor, bazıları geç bitebiliyor.

Av boylarının yeniden revize edilmesi gerekiyor, hepsi çok düşük. Mesela lüferin 18-19 santim avlanması gerekirken, kurallar esnetilerek 12-13 bile inebiliyor. Kasanın yüzde sekseni, ölçüm kuyruktan başlıyor derken bir bakıyorsunuz defne yaprağı da avlanıyor. Amerika'da, Avustralya'da 30-35 santim boyutlar uygulanırken, bizim 18 santim dememiz çok komik. Bütün deniz canlıları için kuralların yeniden bir revize edilmesi gerekiyor.

“HER KIYIDA BÜTÜN TÜRKİYE SAHİLLERİNDE EN AZINDAN İLERİ BİYOLOJİK ATIK SİSTEMLERİNİN OLMASI GEREKİYOR”

- Bütün kıyılarımız için aslında Bodrum bir sembol. Buradan başlattığınız deniz çayırları projeniz bağlamında bir çağrınız var mı?

- Genel nüfus artıyor, kıyılara yerleşen nüfus da artıyor. Sahillere gidiliyorsa, orada yaşanmak isteniyorsa daha önceden de burada yapılmayanların yapılmamaya devam edilmesi lazım. Oradaki varlıkları deniz çayırları başta olmak üzere korumamız gerekiyor. Kıyılara aslında keşke hiç inşaat yapmasak ama diyelim ki izin verildi yapılıyor, o zaman kanunsuz kuralsız yapmamak gerekiyor. Yatçılık yapıyorsak attığımız çapanın nereye gittiğine bakmamız gerekiyor. Bu nedenle çok yıllık bitkiler yıpranıyorlar. Yeniden yeşermesi canlılaşması çok uzun yıllar alabiliyor veya tamamen yok olabiliyor. Çok dikkat etmemiz gerekiyor. Her kıyıda bütün Türkiye sahillerinde en azından ileri biyolojik atık sistemlerinin olması gerekiyor. Eğer turizm ülkesiyiz diyorsak yapacağımız şey tesis değildir. Arıtmanın nasıl olduğuna bakmaktır. Çöplerimizin nasıl gittiğini, nereye gittiğine bakmaktır. Belediyecilik arıtma sistemlerini yapmaktır, altyapıyı halletmektir. Gelen insanı da sınırlamaktır. Sonsuz inşaat izni vermemektir.

Belli bir nüfusu aştığınız zaman Marmara Denizi’nde yaşanan müsilaj gibi sorunlarla karşılaşmak kaçınılmaz olur…

2024’ün 'yıldız haritası'nda ekonomik kriz görünüyor mu? Astrolog Binnur Zaimler yanıtladı

Yüksek enflasyonu düşürmenin Türkiye’ye maliyeti ne olur? Murat Sağman anlatıyor

Prof. Dr. Yusuf Kaderli gözüyle borsa, yatırımcı ve portföy

Ünal Koçak: Türk halkı spekülatif şeyleri çok okuyor

40 yıllık sanatçı Özden Özgürdal ile tiyatroyu konuştuk

Prof. Dr. Nurullah Gür’le 100 yıllık yolculuk... Türk ekonomisinin Aşil topuğu cari açık mı?

YORUMLAR (0)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)