BASIN TOPLANTISI - ETKİNLİK - KONFERANS
Basın Daveti Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği 06 Şubat 2020, 09:30

Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği (TKYD), 2019 yılında Emeklilik ve Yatırım Fonları performanslarını ve fonlara artan ilgiyi açıklıyor. 06 Şubat 2020...

Tüm Etkinlikleri Göster
BANKA HİSSELERİ
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri

E-posta listemize kayıt olun, en son haberler adresinize gelsin.

Ana SayfaGündem"Merkez Bankasının reel sektörle bağı kopuk!"----

"Merkez Bankasının reel sektörle bağı kopuk!"

Merkez Bankasının reel sektörle bağı kopuk!
16 Mart 2015 - 11:54 www.finansgundem.com

Siyasetçi kimliğinden ziyade ekonomist kimliğiyle öne çıkan AK Parti Ankara Milletvekili ve MKYK Üyesi Dr. Bülent Gedikli’den çok konuşulacak sözler

Son günlerde piyasalarda tansiyon artmış durumda. Döviz kurunda yaşanan dalgalanma sürüyor. Son gelişmeler Merkez Bankası'nın para politikasıyla ilgili tartışmaları da iyice alevlendirdi. Fiyat istikrarını sağlamaya yönelik olarak kurgulanan para politikası aslında yıllar içinde çok fazla hedefe ulaşabilmiş değil. Ekonomi ve siyaset cephesinden yapılan eleştirilerin ortak yönü büyümenin daha fazla gözetilmesi yönünde. Dr. Bülent Gedikli böylesi tartışmaların yaşandığı bir ortamda 2008 küresel krizini irdeleyerek, çözüm önerilerine yer verdiği bir kitap yayınladı. "Krizlerin Panzehiri Paylaşım Odaklı Ekonomi" adlı kitap insanın üretim sürecine katıldığı paylaşım odaklı bir ekonominin krizlere çare olabildiğini savunuyor.

AK Parti Ankara Milletvekili ve MKYK Üyesi Dr. Bülent Gedikli, siyasetçi kimliğinden ziyade ekonomist kimliğiyle hem küresel krizi hem de Türkiye ekonomisindeki gelişmeleri değerlendirdi. 2008 küresel krizinin insan faktörünün dışlanması sebebiyle ortaya çıktığını belirten Gedikli, ABD'nin krizden çıkışta hızlı davrandığını, buna karşın Avrupa'nın kötüye gittiğini söylüyor. Bugün dünyada bir deflasyon tehlikesi yaşandığını savunuyor. Türkiye'de ise Merkez Bankası'nın para politikasıyla ilgili eleştirilerine değinen Gedikli'ye göre, ABD Avrupa'da para politikasında reel sektörle bağ kuruluyor. Bizde ise bağ kopuk. Merkez Bankası'nın reel sektörle bağı mutlaka kurması gerektiğini ifade eden Gedikli, büyüme için faiz indirimi dışında girişimciliğin teşvik edilmesi gerektiğini dil getiriyor. İhracat ve yatırım odaklı bir ekonomik modeli savunan Gedikli, girişimciliğin bir kültür olarak toplumda yerleştirilmesi gerektiğini vurguluyor. Para dergisinden Erkan Kızılocak, Dr.  Bülent Gedikli ile krizlere karşı panzehiri reçetesine yer verdiği kitabı ve Türkiye ekonomisi üzerine kapsamlı bir söyleşi yaptı...

-Sizce 2008 krizi neden çıktı?

2008 küresel finans krizi dünya tarihinde, 1929 depresyonundan sonra rastladığımız en derin ve büyük kriz oldu. Bunun çok farklı tezahürleri oldu. Ortaya çıkan durumun tespiti, teşhisi ve değerlendirmesinde bir sorun yaşandı. Buna karşı nasıl bir çözüm üretileceği tartışıldı. Orada bir tıkanma oldu.

-Keynesyen teori yanıt vermedi mi?

-Vermedi... O dönemde sorun talep kaynaklı olmuştu. Keynesyen teoriye göre, yatırım ve tüketim harcamaları devlet tarafından yapılarak ekonomi canlandırılır. Oysa sorun ne talep ne de yatırım kaynaklıydı. Ayrıca zaten devletler gırtlağına kadar borçlu olduğu için bütçe olarak harcama alanı yoktu. Yüzde 100'ün üzerinde borçluluk oranları vardı. Yani harcama yapacak alan yoktu. Keynesyen teori krizi açıklamaya yetmedi. Bu seferki piyasa kaynaklı bir krizdi. Fiyatlar anormal şişmişti. Servet etkisinin aslında bir hayal etkisi olduğu anlaşıldı!

 -Peki, neden kriz önceden öngörülemedi?

-Finansal araçlar büyüdü. Reel sektörün kat be kat üzerinde bir finansal sektör oluştu. 2008'e doğru reel sektör ile finansal sektör arasında bağlar koptu. Şirketleri de aşan devletlerin iflas bayrağını çektiği bir dönem oldu. Benim 2012'de Avrupa ile alakalı bir açıklamam vardı; "Ya euro çökecek, ya da Avrupa" diye. Avrupa'nın borç krizi daha patlak vermemişti. İki hafta sonra Yunanis­tan ekonomisi çöktü. Veriler onu gösteri­yordu çünkü.

-Krizden çıkış için yapılanları nasıl görüyorsunuz?

-Para politikası anlayışı değişti. Merkez bankaları muazzam bir parasal genişlemeye gitti. Gitmeseler borç ödeme sorunu doğacaktı. Borç ödenmediği taktirde ise piyasalar kilitlenecekti. Kilitlendiği zaman yatırım ve tüketim çökecekti. Faizler sıfırlandı. Merkez bankaları reel sektörün doğrudan desteklenebileceği araçlar oluşturdu. Devlet tahvillerini almaya başladılar.

-Şu andaki küresel ekonomiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Şu anda Avrupa'da deflasyon yaşanıyor. Yani o kadar para pompalanmasına karşın bir türlü tüketim ve yatırım artmıyor. Enflasyon bırakın artmayı, düşmeye devam ediyor. Kriz halen devam ediyor. Değişen bir şey yok. Tartışmalar sürüyor. Burada şöyle bir şey ortaya çıktı. Maliye politikaları işe yaramayınca para politikası değişik bir anlayışla devreye sokuldu. Para politikasının vizyonu aktif hale geldi. Kriz para politikası üzerinden konuşuldu.

-Dünya neden böyle büyük bir krize girdi?

-En önemli sebep insan faktörünün devreden çıkması. Herkesin meslek sahibi olarak üretim içinde yer alması, eğitim fırsatlarından yararlanması, mutlaka bir gelir sahibi olması gibi son derece önemli konular devre dışı kaldı. Ben bu yüzden kitabımda vurguladığım gibi "Paylaşım Odaklı Ekonomi" diye ısrar ediyorum. Paylaşım temel kavram olmak zorunda. İnsanı odak noktası haline getirmek zorundayız. Her insanın meslek sahibi olmasını önemsemek zorundayız. İnsanların siyasete ve ekonomiye aynı şekilde katılması gerekir. Kimsenin atıl kalmaması gerekiyor. Hem meslek hem gelir olarak. Sistem yerli yerine oturunca ancak o zaman dünyada dengeli bir düzen oluşacak.

-Tıkır tıkır 'işleyen sistem' nerede tıkandı?

-ABD ile Çin arasında bir denge vardır. Çin büyük bir ihracat ekonomisidir. İhracattan elde ettiği rezervler 3.5 trilyon dolara çıktı. Bu para krizden önce ABD finans piyasala­rına akıyordu. ABD bunu kendi halkına kredi olarak dağıtıyordu. Öyle ki, ABD'de hiç geliri olmayan insanlara bile kredi verilmeye başlandı. Konut kredisi verdiler. Bu insanlara 'Nasılsa bir şekilde ödersin' denildi. Oysa kriz patladı ve ödeyemediler. Denge bozuldu.

-Nasıl bir reçete öneriyorsunuz?

-Kitabı 2011'de yazmıştım. Çıkış noktam Şeyh Edebali'nin meşhur sözü, "İnsanı yaşat ki, devlet yaşasın"dır. Nimet-külfet dengesinin kurulması lazım. Krizin temel sebebi bu. Doğu-batı hiç fark etmiyor, insan yaşayamaz hale geldi; yoksulluk ve kendini inşa etme anlamında. Üretim sürecine katılamayan yığınlar var. İnsanlar kendilerinin sorumlu olmadığı krizlerden çok olumsuz etkileniyorlar. Bir anda hayalleri yıkılıyor. Bireyin huzuru azalıyor. Şu andaki tehdit krizin kaosa dönüşme tehlikesi. Krizin çözülmesi lazım. Kaosa dönüşmemesi gerekiyor.

-Yeni risk olarak FED'in faiz artırımı konuşuluyor. Ne dersiniz?

-Kriz boyunca dünyada bol para, düşük Faiz politikası uygulandı. Şimdi likiditenin sonuna geliyoruz. ABD'de faiz artırımı halen tartışılıyor. Bunun bizi ne ölçüde etkileyeceği bizim ne yaptığımıza bağlı. Bu sadece doların kendi evine dönmesi ya da "ABD faiz artırdı iş bitiyor" olayı değil. Paylaşım esaslı olmak suretiyle Türkiye'de yapacağımız işler neler? Kendi evinde neyi nasıl yapıyorsun. İşte bu kitap bunu anlatıyor.

-Sizce büyüme modelimiz ne olmalı?

-Büyümeyi yeni bir dinamiğe oturtmak lazım. Bu da 'yatırım ve ihracat' odaklı büyüme anlayışına dayanıyor. Bunu finanse edebilmenin yolu ise tasarrufları artırmaktan geçiyor. Yeni enstrümanlar çıkartılabilir. Örneğin insanların elinde altın var. Altın üzerine kağıtlar, faizsiz bankacılık araçları vs. Bunların hepsini devreye sokmamız gerekir. Kendi tasarruflarımızı zorunlu ve gönüllü olmak üzere hepsini artıracak bir yaklaşım lazım. Para ve maliye politikalarıyla bunları destekleyecek bir vizyon oluşturabilirsek büyüme gelir.

-Gelelim Merkez Bankası tartışmasına...

-Bizim Merkez Bankası'nın, tek derdi fiyat istikrarı ama onu da başaramıyor. Her yıl enflasyon hedefinin sapmasına alıştık. Geçen yıl da hükümete mektup yazmak zorunda kaldı. Para politikasının en çok eleştireceğimiz yanı reel sektörle bağının kopuk olması. Oysa Batı dünyası reel sektörle bağ kuruyor. Bizde o bağ yok, kopuk. Bizim para basma yöntemimiz dışardan giren döviz miktarına bağlı. Gelen dış finansman akışma göre para basılıyor. O zaman dengeler tam gözetilemiyor. Artık reel sektör bağlantılı da para basılması lazım. Örneğin konut kredisi olabilir; o kağıtlar üzerine Merkez Bankası reeskont yapabilir. Bundan sorun doğmaz. Çünkü sağlam bir alacak var. Bu bağı kurmak zorundayız.

-Avrupa yapıyor ama...

-Avrupa bunu yapmaya çalışıyor ama beceremiyor. Para basıyor. Bastığı paranın tamamının tüketici ve yatırımcıya gitmesini istiyor. Yani tüketimi ve yatırımı canlandırmasını bekliyor. Ancak bu para dönüşmüyor. Sorun o zaten. Para dönüp dolaşıp tekrar Merkez Bankası'na park ediyor. Yatırımcı da tüketici de harcamıyor. Zaten nüfus yaşlı. Genç ve dinamik değil. Deflasyon tehlikesi var. Fiyatlar daha da düşecek diye kimse bir şey harcamıyor. Ya da aldığı ucuz krediyle borcunu ödüyor.

-Peki, bizde nasıl işleyecek?

-Bizde nüfus dinamik. Talep var. Kredi kartı sigorta sistemi kurulabilir. Ama şu anki gibi değil. Her kredi kartından belli bir prim alınmak kaydıyla bir fon oluşturulabilir. Sigorta mantığını güçlü hale getirmemiz lazım.

-Ekonominin düşük büyüme sürecine girdiğini düşünüyor musunuz?

-Düşük büyüme dediğimiz yine yüzde 3 civarında. Birçok ülkeyle kıyaslarsak iyi ama bizim potansiyel büyümemizin asgari yüzde 5 olması lazım. Biz düşük büyümeye mahkum bir ülke değiliz. Ülke pasifini açtırabilirsek, kaynak oluşturabilirsek, girişimcilik kültürü oluşturursak ve bunu da Ar-Ge ile takviye edersek potansiyel büyümemizi yakalayabiliriz.

-İnşaata dayalı büyüme modeli değişecek mi?

-Ben ona katılmıyorum. İnşaat ve sanayi sektörünü ayırmıyorum. Çünkü inşaat sektörü, sanayide en az 200 tane sektörü peşinden sürüklüyor. Lokomotif bir sektör. Ayrıca inşaatta o kadar gelişme sağla­ık ki, yurt dışında da konut yapacak hale geldik. Bu da ihracat sayılır. Oran olarak inşaat sektörünün milli gelir içindeki payı yüzde 6 civarında.

-Yatırımlar nasıl harekete geçirilmeli?

-Yatırımın önünü açmak için faizin düşürülmesi önemli bir faktör. İhracat ve yatırım odaklı bir ekonomi savunuyoruz. Paylaşım odaklı olmalı. Bu kültürü oluşturmak şart. Yatırım oranının milli gelir içindeki payının yüzde 25'i bulması gerekiyor. Şu anda yüz­de 20. Tasarruf oranımız ise yüzde 13. Aradaki fark dışardan borç olarak alınıyor. Burada haliyle döviz kuru önem kazanıyor.
 
-İhracat potansiyeli nasıl artacak?

-Açığı kapatacak bir tasarruf mekanizmasını devreye sokmak yatırımın en güçlü sürükleyicisi olacak. Girişimcilik kültürü almış ve harekete geçmek isteyen insanları finanse etmemiz gerekiyor. Bizim toplum olarak her zaman dinamik girişimcilerimiz vardır. Birkaç yıl içinde çevremizde savaş halindeki ülkelerin yeniden inşası gündeme gelecek. Altyapı, konutlar gibi şeylerin yapılması gerekecek. Bölgede bu işi yapabilecek tek ülkeyiz. Bu işe hazır olduğumuz anda yatırımlar patlar gider. Komşu ülkelerde savaş var diye karamsarlığa gerek yok. Çünkü kaostan düzen çıkar. Sürekli kriz olmaz. Onu aşacak mekanizmalar devreye girecektir.

-Kur şoku, petrol avantajını azaltmıyor mu?

-Son günlerde artan döviz kuru, geçen yıl sonundan bu yana düşen petrol fiyatının ekonomideki olumlu katkısını azaltıyor. Ama nega­tif ayrışma olduğunu düşünmüyorum. Dolar dünyada tüm para birimleri karşısında artıyor. Dünya ile beraber bizim piyasalar da çalkalanıyor.
 
"DÜŞÜK BÜYÜME CARİ AÇIKTAN KAYNAKLANDI’’

Bülent Gedikli, cari açığın büyümedeki düşüşün etkisiyle kendiliğinden azaldığını belirtiyor. Aktif politikayla cari açığın düşürülmesi gerektiğini belirten Gedikli şunları söylüyor: "Düşük büyüme zaten cari açık sorunundan kaynaklandı. Cari açığı aşağı çekerseniz büyüme de aşağı geliyor. Ama kendiliğinden aşağı geldi, oysa aktif politikayla düşürmemiz gerekiyor. Bunu sağladığımız anda büyüme potansiyeline ulaşılır. İhracata odaklanılması lazım. Güçlü bir ihracat atağına yönelmemiz gerekiyor. Üreten bir ülke olarak yolumuza devam etmeliyiz. Sermaye piyasalarını ve borsaları ekonomiye etkin şekilde katacak bir sistemi öneriyoruz.
 
YORUMLAR (1)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)
  • AYDIN UÇAR16 Mart 2015 12:27

    Bir banka personeli olarak ülkemizin ekonomik istikrarının sürdürülmesi için siyasi istikrarın yanında ALTIN TIPA yöntemini uygulanması gerektiğini düşünüyorum. ALTIN TIPA yöntemi dış ticaret açığı verirken öncelikle tasarrufların artmasını, kredibilitenin düşmemesini ve vatandaşlarımızın katma değer üretmesine sağlayacaktır. Böylece Sayın Ersin Özince’nin bahsettiği tasarruf çeşitliliğimiz artacaktır.