BASIN TOPLANTISI - ETKİNLİK - KONFERANS
Basın Daveti Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği 06 Şubat 2020, 09:30

Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği (TKYD), 2019 yılında Emeklilik ve Yatırım Fonları performanslarını ve fonlara artan ilgiyi açıklıyor. 06 Şubat 2020...

Tüm Etkinlikleri Göster
BANKA HİSSELERİ
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri

E-posta listemize kayıt olun, en son haberler adresinize gelsin.

Ana SayfaGündemBelarus bağlamında AB-Rusya gerginliği----

Belarus bağlamında AB-Rusya gerginliği

Belarus bağlamında AB-Rusya gerginliği
03 Eylül 2021 - 17:28 www.finansgundem.com

Rusya ile yakınlaşan ve Batı ile yol ayrımına gelen Belarus'a karşı AB, ilk yaptırım kararını 1997'de aldı. Bakanlar seviyesinde temasların yasaklandığı yaptırımlar çerçevesinde AB ortaklık ve iş birliği süreci de askıya alındı.

Belarus’un son günlerde uluslararası gündemin ilk sıralarına oturması, “ülke, Batı ile Rusya arasında bir güç mücadelesine mi sahne oluyor?”, “Belarus neden Rusya’ya daha yakın?”, “Belarus yeni bir Ukrayna krizine neden olur mu?”, “Rusya-Avrupa Birliği (AB) ilişkileri neden gerildi?” sorularını da beraberinde getiriyor. Bütün bunları anlamak için Belarus’ta tarihsel süreçte ortaya çıkan siyasi gelişmeleri analiz etmek gerekiyor.

Rusya ile ilişkilerin zaman zaman inişli çıkışlı olmasına rağmen ülkede büyük bir Rusya etkisi bulunuyor ve Belarus'un, Rusya'ya daha yakın bir politika izlemesi Batı tarafından tepki görmesine neden oluyor

Belarus ya da diğer adıyla “Beyaz Rusya”, Doğu Avrupa’da Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Minsk Antlaşması'nı imzalayarak bağımsızlığını ilan eden, denize kıyısı olmayan dışa kapalı bir ülkedir. Dönemin Devlet Başkanı Stanislav Şuşkeviç liderliğinde önceleri liberal bir politika izleyen Belarus, 1990’lı yılların ilk yarısında herhangi bir ekonomik gelişme kaydedemediği gibi halkın gelir seviyesi de hızla düşmüştü. Ülkede pek çok fabrika ve işletmenin kapatılması, işsizlik ve enflasyonun artması, ülkeyi Sovyetlerden ayıran ilk hükümete karşı bir isyanın başlamasına neden oldu. Bu şartlarda eski Yüksek Sovyet üyesi Aleksandr Lukaşenko, Sovyet sisteminin modernize edilerek yeniden uygulanacağını vadederek halktan güçlü destek gördü. 1994’te iktidara gelen Lukaşenko eski Sovyet Anayasası’nın dönemin koşullarına uyarlanmış haliyle kabul edilmesini sağladı. Sovyet dönemindeki devlet arması ve bayrağı biraz değiştirilerek yeniden Belarus arması ve bayrağı olarak kabul edildi. Sovyet dönemindeki kazanımlar ve sosyal güvenceler yeniden yürürlüğe girdi.

Rusya, uzun süredir iktidarda olmasına rağmen halk desteği günden güne zayıflayan Lukaşenko'yu değil, Belarus'un devlet olarak Rus yanlısı kalmasını önemsiyor

Rusya ile yakınlaşan ve Batı ile yol ayrımına gelen Belarus’a karşı AB, ilk yaptırım kararını 1997'de aldı. Bakanlar seviyesinde temasların yasaklandığı yaptırımlar çerçevesinde AB ortaklık ve işbirliği süreci de askıya alındı. Başkan Lukaşenko’nun şahsı ve diğer devlet görevlilerinin AB’ye giriş yasağı ile bazı devlet firmalarına yönelik ekonomik yaptırımlar 1998, 2004, 2005, 2006, 2011, 2012, 2014 yıllarında küçük değişikliklerle tekrarlandı. Belarus’a karşı AB tarafından uygulanan yaptırımlara 2004 yılında ABD de iştirak etti. Bu yaptırımlar üzerine, 2008’de Washington’daki Büyükelçisini çağıran Belarus, ABD’nin Minsk Büyükelçisi'ni de sınır dışı etti.

Belarus, Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkelerinin arasında Rusya Federasyonu hükümetine en yakın müttefik konumunda. Rusya ile “Birlik” adında devletler üstü bir oluşum kurdu. İki ülkenin oluşturduğu bu üst birlik aracılığıyla pek çok konuda ortak uygulamalar hayata geçiriliyor. Beyaz Rusya diğer ülkelerle ilişkilerinde ise mesafeli bir politika izlemekte. 2000’li yıllardaki toparlanma süreci, otokrat lider şeklinde bilinen Belarus Devlet Başkanı Lukaşenko’ya daha da güç kazandırdı. Belarus 2002 yılında Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Rusya ve Tacikistan devlet başkanlarının dahil olduğu Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü’ne (KGAÖ) kurucu üye olarak katıldı ve halen bu örgütün üyesi. Bu örgüte üye ülkeler, başka herhangi bir askeri ittifak ya da ülkeler grubuna dahil olamazlar. Bu ülkelerden herhangi birisine karşı gerçekleştirilen bir saldırı, tüm üye ülkelere gerçekleştirilmiş gibi değerlendirilir.

Öte yandan Belarus’un KGAÖ üyesi olmakla beraber Lukaşenko’nun, 2016 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden birkaç gün önce Belarus’u istikrarsızlaştırmayı hedefleyen Rusya’nın paralı askerleri olduğunu iddia ettiği 32 vatandaşını tutuklatması, Belarus’ta Rusya’nın büyük bir askeri üs kurma talebine Lukaşenko’nun uzun süre onay vermemesi, o dönem Rusya’nın tepkisini çekti. Ayrıca Belarus’un NATO ile de ihtiyatlı yakınlaşma çabaları ve NATO’nun kimi programlarına dahil olarak ortak tatbikat yapma konusunu gündeme alması buna karşın AB’nin de Lukaşenko’nun bu uygulamalarını ödüllendirerek ve Belarus siyasi liderliğine uygulanan yaptırımları kademeli şekilde kaldırması Rusya’nın tepkisini çeken diğer unsurlar. Lukaşenko’nun ABD’li yetkilileri kabul etmesi de Rus kamuoyunda uzun süre yankılandı. Ancak Batı ülkeleriyle bu yakınlaşma sürecine rağmen Belarus bağımsızlığından beri Rusya ile güçlü ilişkilerini sürdürmekte.

Rusya ile ilişkilerin zaman zaman inişli çıkışlı olmasına rağmen ülkede büyük bir Rusya etkisi bulunuyor ve Belarus’un Rusya’ya daha yakın bir politika izlemesi Batı tarafından tepki görmesine neden oluyor. AB’nin aldığı yaptırım kararlarıyla üye devletlerin Belarus ile ticari ilişkileri yasaklandı. Bu nedenle ülke daha ziyade eski Sovyet ülkeleri ile ticaret yapıyor. ABD ve AB tarafından Belarus’a uygulanan ticari kısıtlama ve ambargo, ülkenin ticari gelirlerinin azalmasına ve Lukaşenko hükümetinin ekonomik açıdan sorunlar yaşamasına sebep oldu. Buna rağmen ülkede en etkili siyasi güçler Lukaşenko ve Komünist Partisi olarak dikkat çekiyor. Nitekim 2016 Belarus parlamento seçimlerinde Lukaşenko ve Komünist Partisi galip geldi.

Aleksandr Lukaşenko’nun seçimlerdeki bu başarısı 9 Ağustos 2020 tarihinde Belarus’ta devlet başkanlığı seçiminde de görüldü ve uzun süredir görevde olan Lukaşenko, altıncı dönemi için yeniden seçildi ve resmi sonuçlara göre yüzde 80 oy aldı. Ancak Belarus Devlet Başkanlığı seçimlerini büyük bir farkla kazandığı açıklanan ama ülkedeki muhalefet ve uluslararası toplum tarafından seçimlere hile karıştırmakla itham edilen Lukaşenko’ya yönelik baskılar arttı ve Belarus’a yeniden yaptırımlar uygulanması için yeşil ışık yakıldı. Muhalefetin ve Batı’nın hileli gördüğü Ağustos 2020 Cumhurbaşkanlığı seçimini Lukaşenko’nun kazandığını açıklamasıyla başlayan protesto gösterilerinde 35 binden fazla kişi tutuklandı. ABD ve AB, krizin ardından Belarus ekonomisinin kilit sektörlerini hedef alan çok sayıda yeni yaptırım uyguladı.​​​​​​​

Ülkenin batısında NATO üyeleri Polonya, Litvanya ve Letonya’nın yer alması güneyde Ukrayna, doğuda ise Rusya ile sınırdaş olması ve bu önemli jeopolitik konumu gereği AB-Rusya arasında zaman zaman bölgede nüfuz alanı çatışması yaşanıyor. Bu bağlamda Belarus Cumhurbaşkanı Aleksandr Lukaşenko, 2020 yılında NATO’nun ülkenin batıdaki sınır bölgelerine asker yığdığını, bu nedenle ülkede güvenliğin sağlanması için KGAÖ’nün desteğine ihtiyaç duyabileceklerini gündeme getirdi ve Belarus ordusuna batı sınırında tatbikat emri verdi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ihtiyaç olması halinde, kolektif askeri ittifaktan kaynaklanan yükümlülüklerini yerine getireceği ve Belarus’a askeri destek vermeye hazır olduklarını duyurdu. Lukaşenko’nun iddialarına karşı NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, “salt savunma” ve ittifakı hedef alacak olası saldırılara karşı “caydırıcılık” amacıyla bu ülkelerde bulunduğunu ve Belarus’ta dış tehdit gündemi yaratılmaya çalışıldığını belirtti. Rusya, uzun süredir iktidarda olmasına rağmen halk desteği günden güne zayıflayan Lukaşenko’ya değil, Belarus’un devlet olarak Rus yanlısı kalmasını önemsiyor. Belarus Cumhurbaşkanı Lukaşenko, ülkesinin ve Rusya’nın güvenliğini sağlamak için Rus birliklerini kendi topraklarına davet etmeye hazır olduğunu belirtti.

Belarus’u Rusya’ya yakınlaştıran nedenler

Bugüne geldiğimizde Beyaz Rusya, Batılı ülkeler tarafından ülkedeki antidemokratik hareketler, siyasi tutuklamalar ve göçmenlerin Litvanya ve Polonya’ya gitmesini kolaylaştıran bir ülke iddiasıyla suçlanıyor. Son seçimlerde Başkan Lukaşenko’ya rakip ve muhalif Gazprom’un Belarus’taki kardeş şirketinin yöneticisi olan Viktor Babariko tarafsızlığı savunduğu için cumhurbaşkanlığına adaylığını açıklayınca Lukaşenko tarafından tutuklatılmıştı. Polonya Savunma Bakanı Mariusz Blaszczak, Orta Doğu’dan gelen 2 bin 100 kadar kişinin Belarus üzerinden Polonya’ya girmeye çalışmasını da Belarus Devlet Başkanı Lukaşenko ve Kremlin’in AB’nin yaptırımlarına karşı oynadığı “kirli bir oyun” olduğunu iddia etti.

Polonya göçmenlerin geçişini önlemek için Belarus sınırına üç metre yüksekliğinde duvar örmeyi ve sınırdaki güçlerini artırmayı hedefliyor. Diğer yandan Litvanya da Belarus sınırında üç metre yüksekliğinde 508 kilometre uzunluğunda bir duvar inşa etmeye başladı. Duvarın Eylül 2022’de bitmesi planlanıyor. Avrupa Konseyi, 23 Mayıs 2021’de Minsk, Beyaz Rusya’da havacılık güvenliğini tehlikeye atan bir Ryanair uçağının zorunlu inişini ve Belarus makamları tarafından gazeteci Raman Pratasevich ve Sofia Sapega’nın gözaltına alınmasını şiddetle kınadı ve “devlet terörü” yaptırımı uyguladı. Belarus da zaman zaman Batı ülkelerine karşı hamlelerde bulundu. Dışişleri Bakanlığının, ABD’nin Minsk’teki Büyükelçilik personelini azaltılmasını talep ederek ABD’ye yaptırım kararı alması buna emsal gösterilebilir. Batının Belarus’u ve ülkenin Devlet Başkanı’nı itham ederek uyguladığı yaptırımlar ve gösterdiği tepkiler karşısında Belarus-Rusya Federasyonu ile ilişkilerini daha da sağlamlaştırdı ve yakınlaştırdı.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko, 31 Ağustos'ta ABD’nin Afganistan’dan çekilmesine dair Afganistan’daki duruma ilişkin siyasi askeri ekonomik işbirliği ve “Zapad-2021” stratejik tatbikatı konusunda fikir teatisinde bulundu. Belarus Güvenlik Konseyi Genel Sekreter Yardımcısı Vladimir Arçakov, ABD’nin Afganistan’daki varlığının, ülkede uzun süredir devam eden çatışmalı durumu derinleştirmeyi ve Rusya’yı bu çatışmaların içine çekmeyi amaçladığını ifade etti. Arçakov, Doğu Avrupa bölgesinde kriz noktalarının ortaya çıkma riskinin yüksek olduğunu, uyuşturucu, silah ve yasadışı göçmen dalgası Avrupa’ya taşınırsa, bundan Beyaz Rusya’nın da etkileneceğini belirterek, “ABD ve Batı, dünyayı yönetmede kendilerine engel olmamaları için Rusya ve müttefiklerini bu tür derin çatışmaların uçurumuna sürüklemeye çalışıyorlar” şeklinde konuşmuştu. Bu açıklamalarıyla ABD’nin son zamanlarda Belarus sınırındaki Polonya’da askeri varlığını artırdığını belirten Arçakov, “Şu anda yaklaşık 4 bin kişilik ABD askeri Polonya topraklarında konuşlu bulunuyor. Buna ek olarak, geçen yıl asker sayısının artırılmasına ilişkin anlaşma imzalandı. Ayrıca 20 bin ABD askerini barındıracak altyapı da inşa edildi. Görünüşe göre ABD, Polonya’da kalıcı olmaya hazırlanıyor” diyerek ABD’ye olan güvensizliğini vurguladı.

Belarus Ukrayna olur mu?
“Belarus bir Ukrayna olur mu” sorusuna verilecek cevap da aslında belli; olmayacaktır. Zira Belarus Ukrayna ile karşılaştırıldığında güçlü bir ulusal kimliğe sahip değil ve lisan olarak da Ruslaştırılmış bir ülke. Ayrıca, Ukrayna’nın aksine Belarus, Avrasya Ekonomik Birliği ve Rusya liderliğindeki KGAÖ askeri bloku içinde sağlam bir şekilde yerleşmiş durumda. Bu anlamda tarafsız da değil. Belarus’ta zaman zaman yaşanan krizin jeopolitik kaygılara sebebiyet vermeye, 2013-2014 Ukrayna devrimine kıyasla, daha az eğilimli olduğunu söyleyebiliriz. Belarus’taki rejim karşıtı protestocular da NATO veya AB gibi Batılı kurumlara katılmak için gösteri düzenlemedi.

Bununla birlikte, bugünün olayları Moskova ve Batı başkentleri arasındaki güven seviyesini önemli ölçüde etkileyen ve Belarus’u Rusya’nın kalan son tampon devleti olarak bırakan Ukrayna üzerindeki bir çatışmanın ardından gerçekleşti. Moskova’nın Avrupa’da önde gelen ve güvenilir bir güvenlik oyuncusu olarak kalma yeteneği, kalan son bölgesel müttefikini kaybederse, “Rus dünyasının kültürel sınırları Rusya Federasyonu sınırlarının ötesine uzanır” tezi bağlamında, büyük güç kimliğiyle ilgisi olmayan bir düzleme kayarak önemli bir darbe alacaktır. Rusya aynı zamanda, komşu Kaliningrad yoluyla Baltık’ı yalıtmak için Rusya hizasında bir Beyaz Rusya’yı kullanmak yerine NATO’ya karşı teorik bir savaşta cephesinin tamamını savunmak zorunda kalma ihtimaliyle karşı karşıya kalacaktır.

Herhangi bir NATO-Rusya savaşının belirli bir bölgeyle sınırlı olmaktansa tüm Avrupa cephesinde savaşma olasılığının daha yüksek olduğu göz önüne alındığında bu tür düşünceler Moskova’nın askeri planlaması için çok önemli. Kısacası Rusya, Ukrayna örneğinde olduğu gibi Belarus’un kendi kontrolünden çıkıp Batı’ya kaptırılması ihtimaline asla izin vermez. AB, Ukrayna’yı Rusya’nın jeopolitik ve düzenleyici yörüngesinden “uzaklaştırmakla” sadece Moskova ile ilişkilerinde bir ayrılık yaratmakla kalmadı; aynı zamanda Avrupa güvenlik düzeninin daha kırılgan hale gelmesine de sebep oldu. Bu, AB’nin küçük devletlerinin (etkili olarak jeopolitik) yönelimlerini seçme hakkı konusundaki ısrarı ile Moskova’nın “eşit ilişki” çağrılarıyla çatışan, rakip düzen vizyonlarıyla kuşatılmış bir Soğuk Savaş sonrası Avrupa’nın kaçınılmaz yan ürünüdür.

Batı muhtemelen bu devletlerin yönelimi üzerinde bir vetoya eşlik etmeyi planlamış olabilir. AB’nin Rusya’nın arka bahçesi olarak gördüğü yakın çevre doktrininin parçası olan ülkelere bölgesel müdahalesinde Rusya’yı tepkisiz (Ermeni devrimine müdahale etmedeki tepkisizliğini, protestocuların kendilerini Batılı kurumlarla açıkça hizalamadıkları sürece pasif kalabileceğinin bir göstergesi olarak) gören bazı çevreler, Beyaz Rusya ve Ukrayna örneğinde bunu göremez. Çünkü Beyaz Rusya bir Doğu Slav devleti ve doğrudan Avrupa sahnesinde yer alıyor. Bu anlamda Rusya için jeopolitik ve psikolojik riskleri önemli ölçüde artırıyor. Bununla birlikte, uluslararası hukuk kurallarına karşı ihlal teşkil eden AB tarafından tepki gösterilen ama Rus halkı gözünde tarihsel bir adaletsizliği tersine çevirdiği düşünülen Kırım’ın ilhakı dışında, uluslararası askeri müdahalelerin ardından Rus hükümetinin halk tarafından onaylanma oranlarının gerçekten azaldığını belirtmekte fayda var.

Rus Kamuoyu Araştırma Merkezi tarafından yürütülen bir araştırma sonucuna göre bu durum, 2008 Rus-Gürcü Savaşı ve Suriye İç Savaşı’na 2015 müdahalesi için de geçerli. Nitekim Rus halkının, Kremlin’in jeopolitik kaygıları yerel sosyo-ekonomik zorluklara öncelikli kıldığı bir başka duruma, özellikle de Rusya’nın ağır bağımlı Belarus ekonomisini sübvanse etmede oynadığı rol göz önüne alındığında, zaten olumlu bakmayacağına inanmak için her türlü sebep bulunuyor. Lukaşenko ile Kremlin arasındaki ilişkiler, Beyaz Rusya’nın yavaş yavaş Rusya’dan bağımsızlığını ilan etmeye çalışması nedeniyle son yıllarda soğumuş olmasına rağmen, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, protestocular ve Belarus rejimi arasındaki anlaşmazlığın sona ermesinde ABD’deki çatışmaların da payı oldu. Lukaşenko’nun görev süresi boyunca Rusya-Belarus ilişkilerinin son derece kişiselleştirilmiş doğası Rusya için durumu daha da vahim hale getirmekte ve mevcut soğukluk uzarsa Belarus halkının gözünde Rusya’nın imajının bozulma riski artabilir. Fakat tüm bunlar birer varsayım; mevcut konjonktürde Rusya ve Belarus karşılıklı bağımlı partnerlerdir.

Rusya’nın Avrupa’daki yerini çevreleyen jeopolitik ve kimlikle ilgili sorularla karşılaştırıldığında, Belarus’taki olası bir devrimin, Putin’in 2024’te yeniden seçilmesiyle Rusya’da olabilecekler için bir emsal oluşturabileceğine dair korkular, nihayetinde ikincil dinamiklerdir. Bu, liberal bir Batı ile liberal olmayan bir Rusya arasındaki ideolojik rekabetin, Avrupa-Atlantik güvenlik sisteminin şekli konusundaki mevcut rekabetin başlıca itici gücü olduğunu iddia edenlere bir mola vermeli. Aksine, Rusya’nın siyasi rejiminin liberal olmayan bir yöne kademeli olarak kayması, Rusya’yı büyük ölçüde dışlayan Avrupa-Atlantik kurumlarının konsolidasyonunun kısmi bir sonucu ve bu da Kremlin’i Batı ile olan ilişkisini hem uluslararası hem de yerel olarak algılanan tehditlerle güvenlikleştirmeye teşvik etmiştir. Putin rejimine, Rusya’nın gücüne, ayakta kalmasına ve hatta hayatta kalmasına yönelik varoluşsal tehditler olarak görülüyor.

Rus elitleri, Donbas’taki askeri harekata rağmen Kiev’in Batı’ya bir entegrasyon yolunda kaldığı Ukrayna krizinin tekrarını önlemek için istekliler. Bu bağlamda Beyaz Rusya’ya bir müdahale gerekirse bunun muhtemelen Rusya’ya da iç siyasi maliyetleri olacaktır. Öyle olsa bile, zaman zaman Batı ile bağları derinleştirmek için adımlar atan Lukaşenko sonrası bir Beyaz Rusya Rusya’nın güvensizlik duygusunu büyük ölçüde artırırken, protestoculara yönelik Rusya destekli bir baskı ise AB-Rusya ilişkilerinin daha da kötüleşmesine neden olacaktır. Her iki sonucun da gerilimleri artıracağı, Avrupa’daki güvenlik durumunun kırılganlığını sürdüreceği aşikâr. Batılı başkentler, Beyaz Rusya halkının arzularına bakılmaksızın, Beyaz Rusya’nın geleceğinin Moskova tarafından -veya Moskova aracılığıyla- belirleneceği fikrini kabul edemezken, Kremlin, Batı’nın Beyaz Rusya’nın içişlerine müdahalesi algısını şaşkınlıkla karşılıyor.

Ukrayna krizinden bu yana geçen yıllar, Avrupa’nın güvenlik mimarisinin şekli konusunda Rusya ile Batı arasındaki çatışmanın, küresel ölçekte daha genel bir büyük güç rekabeti içinde kalmasına tanık oldu. Çin’in Kovid-19 pandemisiyle birlikte artan atılganlığı, Rusya’yı AB ülkelerini kendi nüfuz alanının dışında bırakmaya ve AB’yi yalnızca Amerikan gücünün bir sonucu olarak kabul ederek Washington ile rekabetine öncelik vermeye teşvik etti. Aleksey Navalnıy’ın zehirlenmesi ve Belarus’taki durum, AB-Rusya ilişkilerini daha da gerginleştirdi. AB’nin en etkin ülkelerinden olan Almanya, Soğuk Savaş dönemi dış politikası gereği Berlin’in bölünmesiyle gelen AB’yi koruma zorunluluğunu, uzun bir geçmişi olan, Rusya ile özel bir ilişki sürdürme arzusuyla artık dengeleyemez hale geldi.

Bu çerçevede, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Avrupa’nın Rusya ile yakınlaşması yönündeki baskısı da fazla ivme kazanamadı. Macron’un NATO’nun “beyin ölümü” konusundaki tartışmalı yorumlarıyla birleşen girişimi, açıkça “jeopolitik” ve stratejik olarak özerk bir Avrupa vizyonunu ilerletmeyi amaçlıyor. Bununla birlikte, Fransa tek başına AB’nin dış politikasını kontrol etmemekte ve Rusya’ya, AB ile daha iyi ilişkiler karşılığında Batı ile daha geniş çaplı çatışmasını yumuşatmak için çok az gerekçe bırakmakta. Macron’un bu yakınlaşma arayışı, iktidarının başlangıcından bu yana olgunlaştı. Rusya’nın Çin ile anlaşmasının, ABD ile devam eden ve muhtemelen kalıcı olan düşmanca ilişkiler bağlamında Kremlin için kilit bir güç çarpanı olarak hizmet ettiği göz önüne alındığında, Rusya’nın Çin’den uzaklaştırılabileceğine dair ilk umutlar gerçekçi değildi. Bunun yerine, Fransa AB’nin birçok aktöründen sadece biri olduğu ve doğası gereği çok kutuplu bir Avrupa’nın kurucusu olan ve çoğu zaman çatışan çıkarları düzenlemenin bir aracı olarak yavaş yavaş doğudaki AB üye devletlerinin politika öncelikleri için daha fazla ilgi göstermeye başlarken, Rusya ile diyalogu daha gerçekçi terimlerle çerçevelemeye çalışıyor. Fransa kendi çıkarları da dahil olmak üzere, kararlı denge ama bir bütünlük arayışında tüm kamplarla esnek bir şekilde etkileşime girişerek 19. yüzyılda İngiltere’nin oynadığı rolü üstlenerek kendini Avrupa güvenlik sisteminin kalbine yerleştirmeye çalışmakta. Bu şekilde Rusya ile gergin ilişkiler ve Çin ile artan sistemik rekabet bağlamında, AB’nin -en azından- doğusundaki potansiyel tehditlere ve zorluklara karşı dengelemek için ABD ile ortaklık kurmada araçsal bir çıkar beklentisi var. Gaullist bir yaklaşımla Rusya ile daha derin bağları Avrupa’nın ABD’den bağımsızlığını desteklemenin bir yolu olarak görmek, AB’nin 21. yüzyıl sorunlarına tam bir çözüm sağlayamaz. Aynı zamanda, Avrupa’nın ABD’ye aşırı güveni, dünyayı transatlantik ittifak ile Çin-Rus anlaşması arasında katı ve istikrarsız bir iki kutuplu rekabete doğru götürebilir.

Küresel siyasetin giderek ABD-Çin rekabeti tarafından çerçevelenmesiyle birlikte, AB ve Rusya kendilerine bağımsız karar vericiler ve terim belirleyiciler olma yeteneği sağlayan çok kutuplu bir dünya düzeninde ortak bir çıkara sahipler. Ayrıca, AB’nin kurallara dayalı etkileşime yaptığı vurgu, Rusya’nın, Moskova’nın gücünün BMGK daimi üyesi olarak kutsal sayıldığı BM gibi güçlü çok taraflı kurum ve mekanizmalara olan arzusuyla bir şekilde örtüşüyor. Bu bağlamda, ABD’nin Çin’e yönelmesi AB için hem bir fırsat hem de bir meydan okuma; Avrupa’da daha sürdürülebilir ve daha az düşmanlık yaratan bir Amerikan varlığını şekillendirme şansı, aynı zamanda ABD’nin soğuk savaşına dahil edilme olasılığı anlamına geliyor.

Özetle Avrupa ve küresel düzen artık birbirini desteklemiyor. Mevcut küresel dinamikler bir AB-Rusya yakınlaşmasını desteklemezken, Avrupa güvenlik düzeninin kırılganlığı herhangi bir modus vivendi’yi kesin olarak belirsiz kılmakta.

Rusya Federasyonu’nu temel anlamda en fazla rahatsız eden gelişmeler, AB’nin siyasal etki alanını genişleterek Rusya’nın tarihsel anlamda etkin olduğu coğrafyalarda aktif politikalar yürütmesi ve ABD’nin NATO çerçevesinde bu bölgelere yerleşmesidir. Özellikle dikkat çekilmesi gereken önemli diğer bir husus da Rusya Federasyonu’nun doğalgaz ve petrol sayesinde Avrupa üzerinde kurduğu egemenliğin ve politik baskının kırılabilmesi endişesidir. Rusya’nın 2007 yılında Ukrayna ve Belarus’a gaz akışını kesmesi Avrupa’yı endişelendirdi ve enerji ithalatı için yeni arayışlara sevk etti. Bu gelişmeler ışığında Kremlin’in izlediği politikalar Avrupa-Atlantik blokunu zayıflatacak hamleler yapmak ve gerektiğinde ulusal çıkarları doğrultusunda sert güç (hard power) kullanmaktan çekinmemek olmuştur. Rusya Federasyonu’nun 2008 yılında Güney Osetya sorunu üzerinden NATO ve AB ile yakınlaşan Gürcistan’a askeri müdahalesi, 2014 yılında Ukrayna’da patlak veren olaylar neticesinde Rusya’nın Donbas bölgesindeki Rus ayrılıkçılara desteği ve Kırım’ı ilhak etmesi, yakın tarih içerisinde Rusya Federasyonu’nun uyguladığı sert gücün örneklerini teşkil ediyor. Özellikle Rusya Federasyonu’nun Ukrayna’daki tavrı ve Kırım’ı ilhak etmesi AB tarafından büyük tepki çekmiş ve Rusya Federasyonu’na karşı yaptırım kararları gecikmemiştir. Bu kararlar dahilinde Avrupa, sermaye piyasasını Rus bankalarına kapatmış, Rusya Federasyonu’na silah ambargosu uygulanmaya başlamış, Rusya Federasyonu’nun petrol endüstrisi için önemli olan ekipmanların ihracatını ve hassas teknolojik ürünlerin satımının kısıtlanmasına karar vermiştir. Buna karşılık olarak da Rusya Federasyonu, AB’den gıda ithalatını durdurmuştur. Oysa Rusya Federasyon’u gıda ihracatı açısından AB için en önemli ikinci pazardır.

Sonuç olarak, Belarus yeni bir Ukrayna olmasa da AB, ABD ve Rusya arasında uzun süre ihtilaf konusu olmaya devam edecek. AB kendi yörüngesine çekmek istediği ülkeyi Rusya’nın etki alanından çekip çıkarmak niyetiyle sürekli yaptırımlar uyguluyor. Bunu yaparken de gerekçeler göstermiyor. Bu konuda sivil toplum kuruluşlarından da destek alıyor. İnsan hakları aktivistleri, Belarus’ta son yüzyılın en ağır siyasi baskı döneminin yaşandığını belirterek Sovyetler Birliği zamanındaki Stalin iktidarıyla karşılaştırılan dönemde Minsk yönetiminin muhaliflere yönelik politikalarını eleştirmekteler.

İnsan hakları örgütlerine göre, Belarus’ta aralarında öğrenci, doktor, gazeteci, işçi ve emeklilerin de bulunduğu, farklı yaş grubu ve mesleklerden 608 kişi siyasi tutuklu olarak cezaevinde. Tutuklular arasında bulunan 17 yaşındaki Mikita Zalatarou da protestolara katıldığı gerekçesiyle Şubat ayında dört buçuk yıl hapis cezasına çarptırıldı.

Bütün bunlar Belarus’ta gerginliğin azaltılması ve tansiyon düşmesinin uzak ihtimaller olduğunu gösteriyor. Son yıllarda Rus dış politikası, Moskova’nın ilan ettiği “Doğuya dönüş” ve Pekin ile derinleşen stratejik ortaklığının merceğinden giderek daha fazla görülmekte. Bununla birlikte, Rusya’nın iki kıtalı coğrafyası, büyük güç statüsü iddiasının anahtarı olmaya devam ediyor. Rusya, yalnızca nüfusunun büyük kısmı ve temel çıkarlarının bulunduğu yer olduğu için değil, aynı zamanda ulusal kimlikle ilgili bir zorunluluk olduğu için Avrupa’da önde gelen bir güvenlik aktörü olarak kalmaya niyetli. Yakın Çevre ülkelerinin Batı yörüngesine girmesini ve NATO üyeliğini asla tasvip etmeyecektir. Belarus ve Ukrayna olmadan Rusya olamayacağı görüşü, dolayısıyla Rusya’nın bu ülkelerden vazgeçemeyecek olması Batılı ülkelerin dikkatinden kaçmamalı.

[AA için makaleyi hazırlayan: Prof. Dr. Giray Saynur Derman, Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesidir]​​​​​​​

Yeni kısıtlamalar Rusları etkilemeyecek

Rusya Boeing’e rakip oluyor

 

YORUMLAR (0)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)