Yazardan, iktidarın politikalarına tepki

Zaman yazarı İbrahim Öztürk, “TL zonu”, “Şanghay Beşlisi” ifadelerini eleştirdi, dershane kapatılmasına sert çıktı

Türkiye’nin bir iç düzensizlik yaşadığını söyleyen, “TL zonu kuracağız”, “Şanghay Beşlisi’ne gireriz” ifadelerini hatırlatarak, “Bunlar ayaküstü tüketilecek konular değil” diyen İbrahim Öztürk, Zaman Gazetesi’ndeki köşesinde Ak Parti iktidarının dershaneleri kapatma kararı içinde “Elinize ne geçecek?” diye sordu. İşte o yazı…
 **
Demiştik ki; aradığımız zenginlik için yerli finansman, katma değerli rekabetçi imalat sanayii ve bilgi teknolojilerinin yerlileştirilmesi gerekir. Bütün bunlar için de yüksek yönetişim ve beşeri sermaye kalitesi, finansa yön verebilmek ve nitelikli bir sanayileşme stratejisinden bahsettik.
Bu alandaki iç ve dış engellerden bu yazıda dış engellere odaklanalım. Son on yılda dünyada bir ‘yükselen piyasalar’ metaforuna şahit olduk. Ancak bugün durgunluğa giren gelişmiş Batı ekonomileri ile beraber artık bu hikâye de darbe yedi. Batılıların sipariş ettiği üretim ve büyümenin finansmanı için sermaye akışı yoksa, artık çevre ülkelerde dikkat çeken bir büyüme de yok! Hâlâ lokomotif değil, bağımlı büyüme patikasındalar.
Geçmişte bağımlı büyüme tuzağından kaçmayı başaran iki ülke Japonya ve G.Kore. İkisi de Batı’dan gelen sermaye akışları ile değil, yerli tasarruf ile yükseldi. Evet, erken aşamada ihracat odaklı bir büyümeye geçtiler. Ancak Türkiye’den farklı olarak bunu ticari açık vererek değil, döviz kazanarak başardılar. Hem zaten hızla yerli talebi de devreye soktular. Teknoloji transferinde tersine beyin göçü, nitelikli danışmanlık, lisans satın almalar çok önemli oldu.
1980’den beri kimseyi pek takmadan oyunu kendi kurallarına göre farklı oynamayı başaran Çin hariç, mevcut küresel ortamda finansa yön vermek, çeşitli yöntemlerle halkı tasarrufa zorlamak, sanayi ve  ticaret stratejilerini birleştirmek, teknoloji transferi gibi hususlar, imkansız değil ancak çok zor. Çelişkiye bakar mısınız ki; ne kadar çok doğrudan yabancı sermaye yatırımı (DYSY) çekersek bu işlerin kendiliğinden o kadar hızlı olacağına inanmıştık. Filhakika DYSY çekiyoruz ancak sıfırdan ve istediğimiz sektörlere değil, hazıra! Yani satın alma ve birleşmelere, özelleştirmeye, hizmet sektörüne, ticarete konu olmayan mallara vs. Kısaca iç pazardaki kazanç fırsatlarını sonuna kadar yabancıya açmışız ancak yönlendiremiyoruz. Her birim sermaye girişi ve her serbest ticaret hamlesi geriye artan ithalat bağımlılığı olarak dönüyor.
Elimizde somut bir yol haritası olmadığından yabancıya ne gerekli güvenli ve vizyonu kazandırabiliyoruz, ne de büyük iç piyasamızı pazarlıkta koz olarak kullanabiliyoruz. Bir kere yabancı belli stratejik sektörlerde bir devlerin güven veren duruşunu görmek ister. Bizde işler ayaküstü gidiyor. Parça bütün ilişkisi yok, nedeni, niçini, nasılı belli değil. Örneğin ‘onların Euro zonu varsa, biz de TL zonu kuracağız’ ifadesi.  Veya ‘biz de AB yerine Şanghay Beşlisi’ne gireriz’ ifadesi. Bu ikisi de beki olabilir ancak hiçbiri aparat atıştırır gibi tek ayaküstü tüketilecek konular değil. 
Beşeri sermaye konusunda dershanelerin kapatılması da buna benzer. Bize göster ve ikna et, hangi büyük resmin bir parçasıdır bu, bütüncül projenin neresine tekabül ediyor? Kapatalım da, sonrasına bakarız? Hep öyle olmuyor mu, bu yüzden işler yazboz tahtasına dönmedi mi? İki kardeş peş peşe aynı sınava girebildi mi? Sınavları kaldırınca dershanelere de gerek kalmaz mı? 2 milyon çocuğu hiçbir kalite kıstası aranmadan açılan ‘merdivenaltı’ müteahhit üniversitelerine müşteri olarak teslim ederek mi çözeceksiniz? Birinci sınıf az sayıdaki üniversite kendi sınavını yapacak. Oralara kimler girecek? Açık soralım, Boğaziçi ve ODTÜ gibi yerler lisan bariyeri koyunca, yani merhum Özal’ın kaldırdığı bu bariyeri geri getirince elinize ne geçecek?
Farkında mısınız, sorun dünya düzeninden ziyade bizim iç düzensizliğimizden kaynaklanıyor ve dış şartlara etkili adaptasyon sağlayamıyoruz. İBRAHİM ÖZTÜRK - ZAMAN