Süheyl Aygül [email protected] Süheyl Aygül

Psikolojik gelir olmalı!

26 Mayıs 2017, 07:32 ---

Kariyer denen yolculuk beyaz yakalıyı er veya geç bir farkındalık kavşağına götürür. Durduğu nokta birçok işaret levhasının bulunduğu ve o ana kadar üzerinde yol aldığı rayların onu getirdiği bir ana kavşaktır.

Söz konusu kavşağa gelmeden önce iş bazen öyle başını alıp gider ki sabah erken kalktığından, akşam geç döndüğünden göremediği çocuğunun büyüdüğünü, toplantıdan toplantıya koştururken ailecek yediği yemeklerin sayısının azaldığını, her hafta sonu kurtulmayı planladığı yorgunluk ve streslerle boğuşmaktan hızla yalnızlaşan eşinden uzaklaştığını fark etmekte bile zorlanır. Artık paylaşımları sınırlı ve mekanik hale gelmiştir.

“İki günü almak için beş gününü satan” bir beyaz yakalı olarak bu iki güne de neyi sığdıracağını şaşırıp bilemezken, başlayacak yeni haftalar ve pazartesi sendromu onu karşılamakta bir an olsun vakit kaybetmez.

Oysa ki, beyaz yakalı yüksek bir yaşam standardı çabaları içerisinde, çocuğunun özel okul parasını, evin taksitini, tüm faturaları ödemekle, aileye yurtiçi ve yurtdışı tatil imkânları sağlamakla sorumluluklarını en üst düzeyde gerçekleştirdiğini düşünür. Hayata dair her şey yolunda olmalı diye içinden geçirir. Zira hijyen şartlarının hepsini sağlamıştır. Her şeyin yolunda olduğunu söyleyen etrafını kuşatan afyonik ortama rağmen içinden ve derinlerden bazı şeylerin yolunda gitmediğini ve mutlu olmadığını hisseder.

Peki, bir günün bilançosuna baktığında hayata dair neyi görür veya görmez beyaz yakalı?

Her sabah uyanıp, bir robot formatında hazırlanıp beyaz yakalı mabedi olan plazalara yol alırken, otomatik pilotta ve yoğun trafikte sürülen arabalardan, stres dolu bir güne başlanacağını hissettirecek şekilde göğe doğru yükselen korna sesleri, arabanızda radyo veya CD'de çalan güzel tınıları bastırarak müziğin ruhunuzu beslemesine ve sizi rahatlatmasına pek izin vermez.

Bir iş toplantısına veya bir iş yemeğine yetişirken beyaz yakalının yaşama açılan penceresine, gözlüğüne veya arabasının ön camına düşmesi beklenen gökkuşağı renkleri, stres dumanları arasına karışarak sıkıcı gri renkler şeklinde gözükmeye başlamışsa hayata dokunuşunda bir sorun var demektir.

Yol boyunca, mevsimiyle birlikte çok renkli görsel sağlayan muhteşem erguvanların, iç açıcı mor sümbül ve leylakların, beyaz çiçekleriyle görkemli manolyaların ne zaman ortaya çıktıklarını ve ne zaman son yolculuğa yelken açtıklarını ve ne zaman son yolculuğa yelken açtıklarını fark edemez bile beyaz yakalı.

Köşe başlarındaki çiçekçi tezgâhlarının hangi mevsim hangi mevsim hangi çiçeklere, hangi kokulara ev sahipliği yaptığını bilemez.

Yol tutuşu esnasında, parklarda çocukları ile oynayan ve onların salıncaklarına tatlı bir utangaçlıkla ortak olan genç annelerin mutluluk karelerine tanık olamaz, simitçilerin seslerini pek duyamaz.

İşe giderken ve eve dönerken geçen zaman arasında ruhu, stresin yarattığı sisler bulvarında kaybolurken, içinde yaşadığı kentlerin kraliçesinin; kentin ışıklarını, görkemli ağaçlarını ve içinden geçen turkuaz sularını, daimi misafirleri olan emeklilere, amatör balıkçılara ve güvercinlere cömertçe bahşederken niçin kendisinden esirgediğini fark edemez beyaz yakalı.

Işıklı bir günde İstiklal Caddesi'nde her çeşit insanı barındıran kalabalık nehirle birlikte Pera'ya kadar sürecek bir zaman yolculuğunda, enerjileri, renkleri, kokuları ve sesleri, hayata dair her şeyi içine çekerek akmak, bir ayaküstü lezzeti tatmak, kitapların büyülü dünyasının kapısını aralamak, bir kafede oturup buğulu, soğuk bir limonatanın içinde yer alan bir nane yaprağının, her yudumda bütün hayatına yayılabilecek rahiyasının damak hafızasına yazmak, kafası rahat olmayan bir beyaz yakalı için pek mümkün olmaz.

Boğaz'da kuğu gibi süzülen vapurlarla karşı geçerken, ince belli çay bardağını belinden kavrayıp sıcak ve güzel duygularla her iki yakanın muhteşem siluetine bakıp kendisini Mimar Sinan'ın, Balyan'ın veya Fatih Sultan Mehmet'in yerine koyup bir süre için hayallere dalmak, gözlerini kapatarak vapurların güçlü seslerine karışan martıların çığlığına bütün şehri saran büyük bir müzikalin ortak şarkısına kulak vermek, bir beyaz yakalıdan beklenen eylemler olmaz çoğu zaman.

Yakın bir akrabanın evinde şefkat dolu bir kahvaltı, eski bir dostla ortak hafızayı anımsatan öyküler, dip dalgalarla en derinden gelen kocaman kahkahaların eşlik edeceği, neşe ve coşku dolu sohbetlere ayrılacak zamanın önünde beyaz yakalının stres ve sorumlulukları set çeker genellikle.

Beyaz yakalı için, bundan böyle hobileri unutulmaya, hayat ertelenmeye ne kadar devam edecektir?

Sanatsal etkinliklere, sergilere, uzaklara gitme arzusunu hep bir dahaki sefere diyerek kaçıncı kez erteleyecektir?

Bir günün doğuşunu seyretmek, çimenlerin üzerine uzanarak bulutlara bakmak, bir ağaca dayanarak güneşe başını çevirmek, çocuğuyla yüzmek, doğada kekik kokularının arasında bir keşif gezisine çıkmak, dalından böğürtlen toplamak, sevdiğiyle bir sahil otelinde deniz hışırtılarıyla uyanmak, uzaktan gelen bir motor sesine kulak kabartmak, stres dumanlarından arınmış kaliteli bir zaman için daha ne kadar süre bekleyecektir beyaz yakalı?

Hayalleri, hobileri geçici süreli diyerek kaldırdığı raflardan ne zaman aşağı inecektir? İlk fırsatta okuyacağım dediği kitapların kapağını ne zaman açacaktır? Beğeniyle aldığı ama hiç giyemediği outdoor elbise ve eşyaları ne zaman görücüye çıkaracaktır?

Hızla akıp geçen hayatın ritmini ne zaman yavaşlatacak ve yakalamayı başaracaktır? Ve en önemlisi, beyaz yakalı, hayatına  ne zaman sahip çıkacaktır?

Bir insanın sadece kendisine ait duygularını, stres olmaksızın yaşayabilmesinin nasıl olağanüstü bir lüks olduğunu yeniden keşfettiği bir dönemde hayata yeniden mi başlayacaktır beyaz yakalı?

Plaza labirentlerinde seyrederken, her bir virajda kişiliğiyle örtüşmeyen dönüşleri yaparken, sarsılan ruhunu besleyip onaracak ve hayatın gerçek lezzetlerini, günün birinde edindiği makamla ve kazandığı parayla alamayacağını anladığında iş işten çoktan geçmiş olmayacak mıdır?

Ve bir gün beyaz yakalının doğru soruyu soracağı an kaçınılmaz olarak gelecektir.

“Kazandığım para, oturduğum koltuk, hayatı yakalamam için araç değilse, hızla akan bu hayatta ben kimin aracıyım? Ben günlerimi satmaktan vazgeçip ne zaman zamanı biriktirmeye ve ona sahip olmaya başlayacağım? Aslında yaşadığım hayat istediğim hayat mı? Yoksa ben hayatı hissederek ve severek yaşamayı mı istiyorum?” diye soracaktır.

Sorular size garip geliyorsa sizi kutlarım, size hiç bir yararı olamayacak satırları buraya kadar okumuşsunuz. Ama okuduklarınız içinizi acıtıyorsa, halen kurtaracak bir şeyler kalmış demektir.

Hiç kimsenin vazgeçilmez olmadığını anladığınız, iş makine olmaktan vazgeçtiğiniz, insan olmanın en büyük erdem olacağına inandığınız an büyüyü bozduğunuz andır artık. Keynes'in dediği gibi uzun vadede hepimiz ölüyüz. Bugünü kurtaralım o zaman!

Ruhumuz en kıymetli hazinemizdir. Sistemin dışında mı yoksa kendinizi tanımayacak kadar içinde mi kalmalı? İnsanın bir yerlerden mutlaka psikolojik geliri olmalı!

Freni patlamış kamyon gibi yaşamanın hiç anlamı yok. Ayağımızı gazdan yavaş yavaş çekelim ve biraz mola verip ruhumuzun da bize yetişmesini bekleyelim artık... Aceleye ne gerek var? Hayat, yalnız biz izin verdiğimiz gibi geçer. İyi ya da kötü, hızlı ya da yavaş... Her şey bizim elimizde, sevgi de, aşk da, başarı da... Ama ancak kendi ruhumuzla buluştuğumuzda!

ETİKETLER :
YORUMLAR (15)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)
  • Ender Balcı05 Haziran 2017 19:46

    Kapitalizm tarım ekonomisinde köleliği sanayi ekonomisinde daha bilgili beyaz yaka çalışanları adı altında yeniden isimlendirdi. Yeni tip kölelere mülkiyet hakkı verilmesi dini para ve mal hırsı olan kapitalizmin insan ruhunu teslim almasına neden oldu. Yazınız bu köleliğe isyan ve zincirin kırılması çabasına işaret ediyor. Bugün bir ailenin bir aylık çalışmasının karşılığına bakın tayına talim, fix cost için harcanan bir koca ay , çok kazanıyorsanda bu kere harcayacak zaman artıramıyorsun. Saphiensde yazdığı gibi avcı toplum daha az çalışıp hayatın tadını daha çok çıkarıyordu, şimdilerde ömür uzadı , insanca yaşam kısaldı. Yinede yaşamaya başlamak gerek...

  • Boğaç Eroğlu02 Haziran 2017 00:50

    Gercekleri cok basarili bir sekilde bir melodik bir tini gibi sozcuklere cok güzel sigdirmissiniz.icinde yasadigimiz zaman diliminin en büyük problemlerinden birini cok güzel dile getirmissiniz.Kendi payima düseni aldim tesekkur ederim.syg

  • Sinan şimşek01 Haziran 2017 22:38

    Saçma bir yazı. Hayatı yaşamak parasız olmaz ve bunun için de patron dahil bedel öder. Kendin ailen ve çocuklar için para gerekir. Emekli olan beyaz yakalılara sorun aynı şartlarda çalışır mısınız .. tamamına yakını EVET diyecektir

  • Alper Tunga ERCAN31 Mayıs 2017 23:08

    "İki günü almak için beş günü satan beyaz yakalılar..."ifadesi çok güzel ve vurucuydu.Ama iş hayatındayken prensip edindiğimiz,savunduğumuz "Başarının efendisi olmak için ćalişmanın kölesi olmak gerekir." prensibi?!! Bir yandan yoğun tempo ćalışırken bir kısmımızın yaşayamadığı,yaşasa da tat almayı bilemediği güzelliklerin farkında olmuşsak? Hani bazen tanıdık birileri dünyadan göçüp gider ve cenaze merasimindeyken,hep düşünür,sorgularız ya,sonra yeniden o çılgın akışa dahil oluruz.☺Okurken ve paylaşırken bunları düşündürdü yazdıklarınız ve bazen yanlış ve bazen doğru yaptıklarımı.İcten paylaşımınız,yüksek EQ düeyinizle,farkında oluşunuz ve olmaya davet edişiniz icin,teşekkür ediyorum.Sevgi ve selamlar...

  • Kubilay Bereket31 Mayıs 2017 20:10

    Ustat harika bir yazı. Saygilar

  • Mecit Ulusoy31 Mayıs 2017 14:19

    Bir kaç defa okudum. Yine okuyacağım. Kalemine sağlık.

  • Bulent İlkehan28 Mayıs 2017 10:05

    23 yıl bankacılık yapmış bir beyaz yakalı olarak, ilk satırlarda kendi geçmişimi bulduğumu itiraf edeyim. Sarsıcı ve etkileyici bir yazı olmuş, tebrik ederim. Bazıları çalışma hayatına modern kölelik diyor, belki de çok haklılar. 2014 yılı ortasında bu sarmaldan çıkabilmiş olduğum için de kendimi kutluyorum her daim. "Hayat; Siz neye hazırsanız O'da onu Size vermeye hazırdır" derler, bence çok doğru bir söz.

  • Hakan Erman26 Mayıs 2017 16:14

    Güzel yazı için tebrik ederim.32 yıl çalışma hayatının sonunda maalesef 6 ay evvel işsiz kaldım.Kendimi dinlemediğim kadar dinlemeye başladım.Yazınız da kendimi buldum.Yazınızın Freni patlamış kamyon gibi yaşamanın hiç anlamı yok. Ayağımızı gazdan yavaş yavaş çekelim ve biraz mola verip ruhumuzun da bize yetişmesini bekleyelim artık kısmına da hasta oldum ne kadar güzel bir söz.Fakat gelin görün ki Yaş 50 emekliliğini de kazanmış birisi olarak insan çocuğum diyor ve çalışmak istiyor.Nasıl olacak bende bilmiyorum.Saygılarımla.

  • Hasan AKGÜN 26 Mayıs 2017 14:03

    Mükemmel bir yazı çok teşekkürler

  • kader keita26 Mayıs 2017 11:01

    üstat, çiçeksin.

  • Dr.Yaşar UYSAL26 Mayıs 2017 10:28

    eline, yüreğine sağlık sevgili Süheyl kardeşim.

  • Hakan Armağan Özkan 26 Mayıs 2017 10:17

    Değerli Üstadım yine çok güzel bir yazı. elinize kaleminize sağlık.

  • Tuğrul Berkes26 Mayıs 2017 10:17

    İnsan kendi ruhunu besleyemediği sürece kariyer de amaçsız bir at yarışından farksız olur.

  • Süha Kara26 Mayıs 2017 09:45

    Hem keyifli, hem de insanı düşünmeye sevk eden bir yazı olmuş.

  • Aytuğ Erkan26 Mayıs 2017 09:26

    Sabaha güzel bir başlangıç. Ellerinize sağlık.

BANKA HİSSELERİ
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri
BASIN TOPLANTISI - ETKİNLİK - KONFERANS
Basın Daveti Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği 06 Şubat 2020, 09:30

Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği (TKYD), 2019 yılında Emeklilik ve Yatırım Fonları performanslarını ve fonlara artan ilgiyi açıklıyor. 06 Şubat 2020...

Tüm Etkinlikleri Göster