BASIN TOPLANTISI - ETKİNLİK - KONFERANS
Basın Daveti Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği 06 Şubat 2020, 09:30

Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği (TKYD), 2019 yılında Emeklilik ve Yatırım Fonları performanslarını ve fonlara artan ilgiyi açıklıyor. 06 Şubat 2020...

Tüm Etkinlikleri Göster
BANKA HİSSELERİ
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri

E-posta listemize kayıt olun, en son haberler adresinize gelsin.

Ana SayfaPara PiyasaPiyasalardaki türbülansa rağmen finansal kriz kaçınılmaz değil----

Piyasalardaki türbülansa rağmen finansal kriz kaçınılmaz değil

Piyasalardaki türbülansa rağmen finansal kriz kaçınılmaz değil
19 Ekim 2022 - 16:38 www.finansgundem.com

Merkez bankaları faizleri artırmaya devam ediyor; hisse senedi ve uzun vadeli tahvil piyasalarında ise düşüşler devam ediyor. Ancak bunlar bir finansal krizin kaçınılmaz olduğu anlamına gelmiyor olabilir.

FINANSGUNDEM.COM – DIŞ HABERLER SERVİSİ

Merkez bankaları yüksek enflasyonla mücadele etmek amacıyla faizleri artırmaya devam ederken hisse senedi piyasaları ve uzun vadeli tahvil piyasaları bu duruma tepki olarak düşmeye devam ediyor. Ukrayna Savaşı giderek içinden çıkılmaz bir yola doğru sürükleniyor ve enerji fiyatları yükseliyor.

Tüm bunların yanında devletlerin ve şirketlerin borçları tarihte görülmemiş seviyelere çıkarken ABD ekonomisi başta olmak üzere hemen her ekonomisi olası bir resesyon için hazırlık yapıyor. Tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen finansal bir krizin kaçınılmaz olduğunu söylemek bazıları için kolay olsa da, yine de temkinli davranmak gerekiyor.

Evet, piyasalarda türbülans sürüyor ve bu seferki çalkantının farklı olduğu hissediliyor ancak bu bile dünya piyasalarını finansal bir krizin beklediğini söylemek için yeterli olmayabilir. Avrupa Politika Araştırmaları Merkezi (Centre for European Policy Studies – CEPS) sitesinde yer alan inceleme yazısı, her konuda olduğu gibi finansal bir kriz beklentisi içinde olma noktasında da temkinli olmak gerektiğinin altını çiziyor.

Borç artıyor

Finansgundem.com’un derlediği bilgilere göre, merkez bankaları para politikasını mümkün olduğunca çabuk bir şekilde sıkılaştırmakla meşgul gözüküyor. Bu konuda genellikle dikkatli olarak tanınan Avrupa Merkez Bankası (ECB) bile, ABD Merkez Bankası'nın (Fed) daha önceki hamlesine uygun olarak, faiz oranını eşi görülmemiş şekilde 75 baz puan artırıyor.

Finansal piyasalar ise beklendiği gibi, hem hisse senedi piyasalarında hem de uzun vadeli tahvil piyasalarında fiyatların düşmesiyle bu eylemlere tepki veriyor. Ancak bunların hiçbiri bir finansal krizin yakın olduğu anlamına gelmiyor.

Ukrayna Savaşı’nın tüm dünyayı etkileyen zehirli oku, patlayan enerji fiyatları ve yükselen enflasyon göz önüne alındığında, özellikle borç seviyelerinin bugün gelinen noktada son mali krizin arifesinde olduğundan çok daha yüksek olması bile, tam tersi bir sonuca varmak için yeterli olabilir. ABD’de finansal olmayan şirketlerin toplam borcu son on yılda ikiye katlanarak 12 trilyon dolara seviyelerine ulaşmış durumda ve ulusal borç ilk kez 31 trilyon doları aşmış gözüküyor.

ABD bu konuda pek yalnız da değil. Kovid-19 durgunluğu nedeniyle, kamu borcu neredeyse her yerde artış gösteriyor ve gelişmiş ekonomilerin borç ortalaması yüzde 20 oranında artarak bugün GSYİH'nın yüzde 120'sinin üzerine çıkıyor.

Volatilite niçin düşük?

Böylece bir finansal krizin ön koşulları da yerine getirilmiş oluyor. Ancak tüm bu olumsuz gelişmeler şu ana kadarki piyasa volatilitesinin sınırlı kalmasının nedenini açıklamıyor. Peki bu seferki fark nereden kaynaklanıyor?

2007 yılında borçlular, risk primindeki artış ve düşük enflasyonun çifte darbesiyle terste kaldı. Bugün ise aksine, enflasyon hızla yükseliyor ve birikmiş borcun gerçek değerini düşürüyor. Buna göre, fiyatların yüzde 15 seviyesinde artması, borcun GSYİH'ye oranı yüzde 120 olan bir ülkenin sahip olduğu borcun gerçek değerini GSYİH'sının yaklaşık yüzde 18’i seviyesinde düşürerek pandemi nedeniyle ortaya çıkan 20 puanlık artışın neredeyse tamamını dengeleyebiliyor.

Enflasyonu borç sarmalından çıkmak için kullanmak

Bu gerçekten de tamamen akla yatkın bir senaryo gibi gözüküyor. ABD ve Avrupa’da enflasyon zaten yüzde 10 seviyelerinde seyrediyor ve fiyatların gelecek yıl yüzde 5 oranında daha artması bekleniyor. Hükümetler için kazanç olan bu durum son on yılda en düşük faiz oranlarıyla uzun vadeli devlet tahvilleri satın alan tasarruf sahipleri için bir kayıp olsa da, bunu dengelemek için çok az şey yapılabilirmiş gibi görünüyor.

Bu durum ayrıca, son merkez bankası eylemlerine rağmen enflasyonun Faiz oranlarından çok daha yüksek kalmasına da yardımcı oluyor. Piyasaların fiyatladığı sıkılaştırmadan sonra bile, hükümetler ve firmalar negatif reel oranlarda yeni borç verebiliyor. Bu, 2009 yılı ve sonrasında euro bölgesini saran krize benzer yeni bir borç krizini ise olası kılıyor.

Kamu maliyesinin sürdürülebilirliğinin teoride büyük ölçüde ‘kartopu etkisi’ne bağlı olduğu kabul ediliyor. Buna göre, faiz maliyetleri nominal GSYİH büyümesini aştığında, borç oranı yükseliyor. Örneğin İtalya için faiz maliyetleri, 2012 yılında euro krizi patlak verdiğinde, GSYİH büyümesini yüzde yedi ve 2013 yılında da 5,7 puan aşmıştı. Bu durum da doğal olarak, borç/GSYİH oranını düşürmeyi neredeyse imkansız hale getirmişti.

Bugün ise nominal büyümenin enflasyon sayesinde faiz maliyetlerinin 4,5 puan üzerinde kalması bekleniyor. Bu, borç oranını azaltmaya yardımcı olacak bir gelişme anlamına geliyor. Aslında, nominal büyüme ile faiz maliyetleri arasındaki farkın borçlar bağlamında yakın tarihin hiçbir döneminde bu kadar elverişli olmadığı gözleniyor.

İngiltere'deki finansal çalkantı, İngiltere Merkez Bankası'nın yeni bir tahvil alım programı ile kontrol altına aldığı geçici bir likidite sorununu yansıtıyordu. Daha büyük bir krizin habercisi değildi.

Piyasalar hala gergin

Bu, finansal piyasaların neden kriz modunda olmadığını açıklamak için uzun ancak ikna edici bir gerekçe sunuyor. Ancak bu, piyasaların gergin olmadığı anlamına da gelmiyor. İngiltere'deki son piyasa dalgalanmaları ise buna güzel bir örnek oluşturuyor.

İlk bakışta, Birleşik Krallık hükümetinin herhangi bir fon kullanılmadan vergi indirimine gitme önerisinin tetiklediği finansal piyasa çalkantısı şaşırtıcı gelebilir. Ne de olsa, birkaç yıllık yüksek açıklarla sürdürülemez hale getirilemeyecek kadar büyük ama bir o kadar da yönetilebilir bir kamu borcuna sahip AA dereceli bir ülkeden bahsediyoruz. Ancak dikkatli bakıldığında sorunun, borç sürdürülebilirliği konusundaki şüpheler olmadığı görülüyor.

Birleşik Krallık emeklilik fonları, devlet tahvillerinin fiyatlarındaki vahşi dalgalanmalardan kaçınmak için türev ürünlere yatırım yaptı. Ancak türev sözleşmeler teminat talep eder. Varlık fiyatları düştüğünde ise yükümlülüklerini dengelemek için ihtiyaç duyulan teminatlı emeklilik fonlarının miktarı arttı ve onları, varlıklarını satmaya ve nakit toplamaya zorladı. Bu, fiyatları daha da aşağı çekti ve teminat ihtiyacını daha da artırdı.

Ancak İngiltere'deki finansal çalkantı, İngiltere Merkez Bankası'nın yeni bir tahvil alım programı ile kontrol altına aldığı geçici bir likidite sorununu yansıtıyordu. Daha büyük bir krizin habercisi değildi. Tetikleyicisi, özellikle emeklilik fonlarının riskten korunma stratejileri olmak üzere, İngiliz finans piyasasına özgüydü.

İtalya ve ABD gibi yüksek borçlu ülkeler sürpriz enflasyondan cömertçe yararlanırken, yine de borç riskleri hala ortadan kalkmış değil.

Finans piyasaları öngörülemeyen krizlere eğilimli

Bununla birlikte, yaşanan kargaşanın önemli dersler içerdiğini söylemek gerekiyor. Birincisi, finansal piyasalar, öngörülemeyen krizlere eğilimli karmaşık sistemlerdir. İkincisi, merkez bankaları, devlet tahvillerinin en büyük alıcıları haline gelerek ve sistemi istikrara kavuşturmaya yardımcı olabilecek yatırımcıları yerinden ederek devlet borcu piyasasını daha az esnek hale getirdiler. Yine de, finansal piyasa istikrarsızlığı şu anda ciddi bir endişe gibi görünmüyor. Ancak bu da, ileriye doğru yelken açmayı garanti etmiyor.

İtalya ve ABD gibi yüksek borçlu ülkeler sürpriz enflasyondan cömertçe yararlanırken, yine de borç riskleri hala ortadan kalkmış değil. Bu ülkelerin borçlarını daha da azaltmak için enflasyondaki düşüşleri bir fırsat olarak değerlendirmeleri gerekiyor.

Elbette şunun da altını çizmek gerekiyor: Bu ülkelerde bu tür ileri görüşlü eylemler üreten siyasi sistemler olsaydı, borç da ilk etapta bu kadar yüksek seviyelere ulaşmazdı. Buradan çıkarılacak sonuç ise şu gibi duruyor: Uzun vadeli istikrarı sağlamanın tek yolu, içinde bulunduğumuz zamanın politika yapıcılar için de farklı olmasını sağlamaktan geçiyor.

Dünya ekonomisi borç tuzağında mı?

 

ABD ekonomisi batıyor mu?

 

Beyaz Saray: Ekonomik veriler resesyona işaret etmiyor

 

İngiltere'de işletmelerin ekonomiye güveni azaldı

 

Çin ekonomisi hedefine ulaşabilecek mi?

 

Truss, ekonomik kaos için özür diledi

 

YORUMLAR (0)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)