BASIN TOPLANTISI - ETKİNLİK - KONFERANS
Basın Daveti Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği 06 Şubat 2020, 09:30

Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği (TKYD), 2019 yılında Emeklilik ve Yatırım Fonları performanslarını ve fonlara artan ilgiyi açıklıyor. 06 Şubat 2020...

Tüm Etkinlikleri Göster
BANKA HİSSELERİ
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri

E-posta listemize kayıt olun, en son haberler adresinize gelsin.

Ana Sayfaİlginç Bankacı HikayeleriMütevazi ama zor bir insan!----

Mütevazi ama zor bir insan!

Mütevazi ama zor bir insan!
16 Temmuz 2010 - 21:35 www.finansgundem.com

Recep Akkaya mantığın hakim olduğu huzurlu bir aile hayatları olduğunu söylüyor ve ekliyor: Evde bazen üç çocuk oluyor bazen de üç olgun insan

Eşi de kendisi gibi Karadenizli ve matematikçi olan Recep Akkaya, “Bizim ailede duygusallığa yer yoktur. Her zaman mantık hakimdir. Genç anne, baba olduğumuz için kızımız da kurallar içinde büyüdü ancak çok huzurlu bir aile hayatımız olduğunu söyleyebilirim. Evde bazen 3 çocuk oluyor, bazen de 3 olgun insan” dedi. Bir cuma akşamı evinde konuşmak üzere sözleştiğimiz Recep Akkaya ile evlerinin bahçesinde keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Akkaya’nın çocukluğundan başladık konuşmaya… Samsun’lu bir ailenin 6 çocuğundan en küçüğü olan Akkaya, çocukken ne kadar yaramaz ve şımarık bir çocuk olduğunu anlattı bize. Ortaokula gidene kadar süt, yoğurt ve yumurtanın dışında bir şey yemeyen Akkaya, şimdilerdeyse hiç yemek seçmediğini ifade etti. Lise yıllarına geldiği 70’li yıllarda ülkedeki sağ-sol karışıklıklarının ailesini korkuttuğunu ve daha fazla okumasını istemediklerini söyleyen Akkaya, matematik öğretmeni olarak İstanbul’a gelişini ve ardından yaşadıklarını da ayrıntılarıyla paylaştı. KENDİSİNİ ZOR BİRİ OLARAK TANIMLIYOR Kendisi gibi matematikçi olan Sevgi Hanım’la evlenen ve bir kız babası olan Akkaya, evlerinde duygusallığa yer olmadığını, her şeyin mantık süzgecinden geçtiğini belirtti. Uzun süre aynı yerde oturamadığını, bir filmi baştan sona kadar izleyemediğini ve aklının sürekli işle meşgul olduğunu ifade eden Akkaya, kendisini zor bir insan olarak tanımladı. Çocukluk, ilk gençlik, kuyumcuda geçen yıllar, öğretmenlik deneyimi, sigorta sektörüyle tanışma ve evlilik gibi hayatına dair dönüm noktalarını anlatan Recep Akkaya, sorularımızı tüm samimiyetiyle yanıtladı. ‘AİLENİN EN KÜÇÜĞÜ, ŞIMARIK, YARAMAZ ÇOCUĞUYDUM’ Biz sizi şirket yöneticisi kimliğinizle tanıyoruz. Bize biraz bilmediğimiz Recep Akkaya’dan söz eder misiniz? Nasıl bir çocukluk geçirdiniz? Samsun’un Bafra ilçesinde doğdum. 6 kardeşiz fakat annem beni 45 yaşında dünyaya getirdiği için kardeşlerimle aramda çok yaş farkı vardı. Ailenin en küçüğü, şımarık ve yaramaz çocuğuydum. İlkokulu Bafra’da bitirdikten sonra Samsun merkezde ortaokula başladım. Ortaokulda çok başarılıydım, her sene dereceye girerdim. Hayallerimde büyük lise ve üniversitelerde okumak vardı. Sınıf öğretmenim ortalamam yüksek olduğu için Maarif Koleji’ne gitmem gerektiğini söyledi. Ancak ailemin isteği üzerine 19 Mayıs Lisesi’ne gittim. 19 Mayıs Lisesi o zamanlar Samsun’un Galatasaray veya Kabataş Lisesi gibi ismi olan bir lisesiydi. ‘AİLEM NEREYE GİTTİĞİMİZİ CAMDAN GÖZLERDİ’ Liseden sonra neler oldu? 70’li yıllarda, sağ- sol olayları konuşulmaya başlanmıştı. Lise son sınıfa geldiğimde, televizyonda her akşam özellikle İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerdeki üniversitelerde yaşanan çatışmaları izliyorduk. Ailem o dönemde daha fazla okumamı istemedi. Ama siz devam ettiniz… O dönemlerde dışarıya çıktığımız zaman ailemiz nereye gittiğimizi görmek için bizi camdan gözetlerdi. Ben de rahat rahat dışarıya çıkabilmek için akrabalarımızın kuyumcusuna gidip çalışmaya başladım. O dönemde herkes sağcı- solcu diye adlandırılırken, insanlar beni çalışkan, akıllı, uslu, dürüst olarak tanımlardı. Bu nedenle 70’li yılların beni çok fazla etkileyip, değiştirdiğini söyleyemem. Ancak ailem beni göz önünden uzaklaştırmak istemediği için Samsun Eğitim Enstitüsü Matematik Bölümü’ne kayıt yaptırdım. Orada okumamın nedeni, yüksek okul bitirmiş olmanın ilerde faydasını göreceğimi düşünmemdi. Okulu bitirince ne yapacağıma dair net bir planım yoktu ama ticaret yaparım diye düşünüyordum. Bir yandan okula gidip bir yandan kuyumcuda çalıştığım için ticaretin içindeydim. OKUL VE KAPALIÇARŞI ARASINDA 6 YIL İstanbul’a gelişiniz nasıl oldu peki? Okul bittikten sonra matematik öğretmenliği yapmak için tayin talebinde bulundum ve İstanbul’a tayinim çıktı. O zaman, nasıl olsa yaptığımız ticaretin bir bacağı da İstanbul’da, dolayısıyla benim İstanbul’a gelip gitmem bir sakınca teşkil etmiyor diye düşündüm ve buraya geldim. İstanbul’daki ilk 6 yılım okul ve Kapalıçarşı arasında geçti. Levent’te bir lisede matematik öğretmenliği yapıyordum ancak bu hayal de beni sıktı. Sigortacılığa adımınızı bu dönemde mi attınız? Evet. Bir gün Nişantaşı’ndan Harbiye tarafına giderken Başak Sigorta yazan bir levha gördüm. İçeriye girip şirketin genel müdürüyle görüşmek istediğimi söyledim. Görevliler randevum olup olmadığını sordular. Olmadığını söyleyince görüşemeyeceğimi söylediler. Ancak ben ısrar ettim ve en sonunda beni genel müdür yardımcısıyla görüştürdüler. ‘TAKSİM’DEKİ KURS HAYATIMIN DÖNÜM NOKTASI’ Nasıl karşıladılar sizi? Genel müdür yardımcısına kendimi anlattım. O dönem sigorta şirketlerinde yapılan yeni düzenlemeye göre, her sigorta şirketinin bir aktüer personel çalıştırma zorunluluğu başlamıştı. Bu pozisyonda çalışabileceğimi söylediler. Kendi isteğimle memurluktan göreve başladım ve 3 ay asgari ücretle çalıştım. Sonra şirket beni Milli Reasürans’ın Türkiye’de ilk kez açılan aktüerya kursuna gönderdi. O kursa Türk sigorta sektöründen yaklaşık 40 kişi katılmıştı. Bize bu kursun oldukça zor olduğunu ve sadece 4-5 kişinin mezun olabileceğini söylediler. Neden biri de ben olmayayım dedim ve o 5 kişiden biri oldum. 90’lı yılların başındaysa bana şirkette pazarlama ve satış departmanı kurma görevi verildi. Fakat bu bölümler Türkiye’de yeni yeni gelişiyordu. Zorluklarından dolayı istifa etmeyi bile düşündüğüm oldu. Daha sonra şirket beni Taksim’de bir kursa gönderdi. Kursta, “Gelişmiş ülkelerde bir takım işleri yaparken hangi engellerle karşı karşıya kalıyorsunuz, ne tür zorlukları aşmak zorundasınız, o zorlukları aştıktan sonra yola nasıl daha rahat devam ediyorsunuz” konularını konuştuk ve o gün benim hayatımda bir dönüm noktası oldu. Mücadeleye devam etmeye karar verdim. Şirketin pazarlama bölümünü kurdum, satış kanalları benim görev alanıma girdi. Aradan bir süre geçtikten sonra şirketi elementer ve hayat şirketi olmak üzere ikiye ayırdık. Hayat şirketinde satış, reklam, pazarlama, halka ilişkiler gibi bütün dış ilişkiler ve strateji oluşturma benim görev alanımdaydı. Daha sonra yabancılar şirketimizi satın aldı ve bu sefer ben Satıştan Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı olarak göreve devam ettim. Bu süre içerisinde hem bireysel hem kurumsal ürünlerin tasarlanmasında görev aldım. 1 Nisan 2009’da ise içimden yine bir değişiklik yapma isteği geldi ve tam bu değişimi ararken Ergo ile tanışıp buradaki görevime başladım. ‘AYNI YERDE 45 DAKİKA OTURAMAM’ Bir dönem matematik öğretmenliği yaptığınızı söylediniz. Neden bıraktınız öğretmenliği? Öğretmenlik keyifli bir iş, fakat benim görüşüme göre hayatta 2 tip insan var. Bazı insanlar, yaptıkları işten çok mutludur ve işlerini değiştirdiklerinde mutsuz olurlar. Diğer tip insanlar da belirli bir süre sonra işlerinden sıkılıp yeni iş arayışına girerler. Ben de bu sıkılan tiplerdenim. Evde bile 45 dakika aynı yerde oturamam. Devamlı farklı bir şey yapma isteğim vardır. ‘SİGORTACILIK KAPILARINI KIRARAK AÇTIM’ Nasıl bir öğretmendiniz peki, öğrencilerinizle aranız nasıldı? Hayatımda boyunca hiç iletişim problemi yaşamadım. Öğrencilerimle de ilişkilerim çok iyiydi. Sigaram bittiği zaman öğrencilerimden isteyebilecek kadar samimi ilişkilerimiz vardı. Ama derse girdiğim anda öğrencilerim ne yapacaklarını bilirlerdi. Sözle tehdit edip, bağırıp çağırmazdım, bunun yerine beden diliyle iletişim kurardım. İş hayatında da böyleyimdir. 24 yıllık sigortacılık hayatımda bir kere bile üstlerimden işi nasıl yapacağıma dair bir emir almadım. Yeni fikirlerle onlara giden hep bendim. Hiçbir zaman da ‘niye bunu böyle yapmadın’ gibi bir eleştiri almadım. Her işimi kendim yaptım. Kendim yazdım, kendim oynadım diyebilirim. Sigortacılık kapılarını kendim kırarak açtım ve hep ‘istersen yaparsın’ dedim kendime. Ben o gün, kapıdaki görevlinin hayır cevabına boyun eğseydim belki de sigortacılıkla tanışmayacaktım. Peki, sigortacılıkla tanışmasaydınız hangi kapıyı zorlardınız? Sigortacılıkla tanışmasaydım ticaretle uğraşıp Kapalıçarşı’da büyük bir işadamı olabilirdim. ‘BİZİM EVDE DUYGUSALLIĞA YER YOK’ Ev hayatınızdan bahsedelim biraz da? Ne zaman evlendiniz? Kaç çocuğunuz var? Eşimle 1982 senesinde, sigorta sektörüne adım atmadan önce evlendik. Kısa bir süre sonra da kızımız Pelin dünyaya geldi. Pelin şu anda 24 yaşında. Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü kazandı ve bizim yanımızdan ayrılarak Ankara’da yaşamaya başladı. Üniversiteyi bitirdikten sonra Galatasaray Üniversitesi’nde master yaptı ve ardından kendi başına bir iş bulup çalışma hayatına atıldı. Eylülde de İngiltere’ye gidip doktorasına devam edecek. Pelin de tıpkı ben ve eşim gibi hayattan istediğini koparan biri oldu. Anlattıklarınıza bakarsak oldukça hırslı ve kuralcı birisiniz. Eşiniz ve kızınızla aranız nasıl? Eşim de benim gibi Karadenizli ve matematikçi. Bizim ailede duygusallığa yer yoktur. Her zaman mantık hakimdir. Kızımız da biz genç anne, baba olduğumuz için kurallar içinde büyüdü. Ama bu kurallar içinde sıkılmadı ve anlayış gösterdi. Çok huzurlu bir aile hayatımız olduğunu söyleyebilirim. Evde bazen 3 çocuk oluyor, bazen de 3 olgun insan. ‘BİR FİLMİ BAŞTAN SONA İZLEYEMEM’ Yoğun bir iş hayatınız var. İşten arta kalan zamanlarda nasıl vakit geçiriyorsunuz? Sigorta sektöründe hayatım hep çok yoğun bir çalışma temposuyla geçti. Hep yeni bir şeyler yaptığım için evde otururken bile sürekli kafamda işle ilgili düşünceler vardır. Yanımda devamlı not defteri taşırım, fikirlerimi yazıp ertesi gün uygulamaya geçiririm. Bir filmi baştan sonra izlemişliğim yoktur, çünkü filmin yarısında koparım. İş düşünmediğiniz zaman olmuyor mu hiç? Kendinizi rahatlatmak için yaptığınız bir şeyler yok mu? Hafta sonları genelde kendimi dışarıya atıyorum. Yürümeyi, yüzmeyi seviyorum. Müzik dinlemeyi severim. Dinlediğim müziklerse yıllara ve psikoloji durumuma göre değişiyor. Gençlik yıllarımda rock müzik dinlerdim. Çok yorgun olduğum zamanlar klasik müzik dinlerim. Türk sanat müziğini de çok severim. ‘ÇABUK ÖFKELENİRİM’ Peki, Karadenizlilere has özellikleri taşır mısınız? Karadenizlilerin çabuk öfkelenme özelliğini taşıyorum. Ama bir şeye kızıp tepki vermeden önce düşünürüm yine de. Köklerinize bağlı mısınız peki? Samsun’a sık gider misiniz? Aile büyükleri öldükten sonra Samsun’a gidişlerim de seyrekleşti. Senede bir ancak gidiyoruz. ‘HEDEFİNİZİ NASIL BELİRLERSENİZ, O YÖNE GİDERSİNİZ’ Başarıp başarmamak insanların elindedir. Kayak hobim var. Kaymayı öğrenirken bir yöne dönmeye çalışıyordum. Kayak hocam dönmeye çalışmamamı, ne tarafa gitmek istersem o tarafa doğru kafamı çevirmemi, kayakların kendiliğinden o tarafa döneceğini söylemişti. Gerçekten de öyle oldu. Hayatta da böyle oluyor. Hedefinizi nasıl belirlerseniz o tarafa gidiyorsunuz. Ben pozitif düşünceye inanıyorum. ‘ZOR BİR İNSANIM’ Peki, siz kendinizi nasıl tanımlarsınız? Zor biri misiniz? Zor bir insanım. Karakterimi geometrik bir cisme benzetmek gerekirse kare derim. Net ve keskinimdir. Etrafımdakilere karşı affetme, anlama eşiğim yüksektir ancak yüzüme karşı başka, arkamdan başka konuşanları yakaladığım anda birkaç uyarıdan sonra kişi benim için bitmiştir. Çevremde bana Recep Akkaya’nın kısaltması olan ‘RA’ derler. RA kurallarım vardır yani. Sigortacı gazetesi
ETİKETLER :
YORUMLAR (0)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)