BASIN TOPLANTISI - ETKİNLİK - KONFERANS
Basın Daveti Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği 06 Şubat 2020, 09:30

Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği (TKYD), 2019 yılında Emeklilik ve Yatırım Fonları performanslarını ve fonlara artan ilgiyi açıklıyor. 06 Şubat 2020...

Tüm Etkinlikleri Göster
BANKA HİSSELERİ
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri

E-posta listemize kayıt olun, en son haberler adresinize gelsin.

Ana SayfaBankacılıkKredi mevduat oranı zirve yaptı----

Kredi mevduat oranı zirve yaptı

Kredi mevduat oranı zirve yaptı
10 Temmuz 2014 - 06:44 www.finansgundem.com

2013’ü 108.4 seviyesinden kapatan kredi mevduat oranı 2014 Haziran itibariyle yüzde 112 seviyelerini aşarak zirvelerde bulunuyor

Bankacılıkta önemli risklerden biri olarak görülen kredi-mevduat oranı yüzde 112’lerde. 2013’ü 108.4 seviyesinden kapatan söz konusu oran 2014 Haziran sonunda 112.5’le zirveye çıktıktan sonra BDDK’nın 3 Temmuz 2014 tarihli verilerine göre 112.1’de. Bu küçük dönüşün devamı gelecekmi, verileri izlemeye devam edeceğiz fakat, gelinen ve zirvelerde seyreden bu tablonun rahatsızlık yarattığı da bir gerçek. Öyle ki Merkez Bankası Başkanı Erdem Başçı’nın son açıklamalarında söz konusu veriyi yakından izledikleri ve yukarı gidişin devamı durumunda bir takım yaptırımlara başlayabilecekleri konusundaki ifadeleri, bu riskin ne kadar önem taşıdığını gözler önüne seriyor.

Dünya'dan Yakup Sayar'ın haberine göre, BDDK’nın 3 Temmuz 2014 tarihli verilerine göre, Türk bankacılık sisteminde toplam krediler 1 trilyon 122.6 milyar TL’ye ulaşmış durumda. Söz konusu tutarın 808.5 milyarı TL cinsinden, 314.1 milyarı da döviz cinsinden oluşuyor. Sistemdeki mevduat ve fon toplamı ise 1 trilyon 29.8 milyar TL’de.Bu tutarda en büyük kalem 847.7 milyar TL ile vadeli mevduat ve katılma hesaplarının olurken, vedesiz mevduat ve özel cari hesaplarda 182 milyar TL civarında.

Son yıllarda hem kredi hem de mevduat tarafında artış gözlense de, kredilerdeki büyüme daima mevdutların önünde yer alıyor. Bu fark ise beraberinde bankacılık sistemi açısından risk yaratmaya da başladı. Söz konusu iki kalemin oranı BDDK’nın 3 Temmuz tarihli verilerine göre 112.1 seviyesinde yer alırken bu seviyeler Türk bankacılık tarihinin zirvelerine işaret ediyor.

Uzmanlar, söz konusu artışın bankacılık sistemi için ilerleyen dönemde sorun yaratabileceğini söylerken, söz konusu oranın bankacılığın likidite rasyosunu oldukça negatif bir şekilde etkiyebileceği uyarısında bulunuyorlar. Bu konuda TCMB’nin bazı yaptırımlara başlayabileceği öngörüsünde bulunan uzmanlar, Güney Kore bankacılık otoritesin birkaç yıl önce artışın önüne geçebilmek için oranı 100’le sınırlaması örneğini gösteriyorlar.

Merkez Bankası yakından izliyor

Dünya Gazetesi yazarı Tuğrul Belli, bu konuya birçok kez yazılarında yer verdiğini hatırlatarak, “Toplamda yüzde 112 olan bu oran kredi/TL mevduatlar için yüzde 145’e gelmiş durumda. Bankacılık sistemi açısından yavaş yavaş endişe artıyor. Şimdilik bir risk yok desek de, tüketici kredilerinde evet bir azalma var ama reel kesime verilen kredilerde böy bir durum söz konusu değil. Bu nedenle de bankaların kaynak sıkışıklığı yaşadığı bir durumda nasıl bir tablo ortaya çıkar düşünmek dahi istemiyorum. Likidite sorunu yaşanabilir. Bu nedenle TCMB Başkanı Erdem Başçı’ya son sunumlarında söz konusu orandaki artışla ilgili sorular soruldu ve Sayın Başçı, bu konuyu takip ettiklerini ve gerekirse bu oranın düşürülmesine yönelik olarak kademeli yani yüksek kredi- mevduat rasyosu olan bankaları daha fazla cezalandırıcı şeklinde bazı tedbirler almayı planladıklarını belirtti. Aynı şekilde Fitch’in son Türk bankacılığı raporunda da kredi-mevduat oranındaki artışa dikkat çekildi. Bu nedenle yakından izlenmesi gereken bir konu. Öte yandan söz konusu oranın tersi bir durum da bankalar için kötü bir durum. Bu zamanda kaynağını iyi kullandıramamak gibi bir durumla başbaşa kalıyorsun ki bu nedenle bir denge seviyesi mutlaka olmalı” şeklinde konuştu.

Düşük faiz ortamında olmaz

TOBB ETÜ Öğretim Üyesi ve Dünya Gazetesi yazarı Atılım Murat, bankaların topladıkları toplam mevduatın ne kadarının kredi olarak verildiğini gösteren oranın yüzde 100’ün üzerinde olmasının bankaların topladıkları mevduattan daha fazlasını kredi olarak verdiğini gösterdiğini belirterek şunları söyledi: “Ekonomi büyürken hızlı bir kredi genişlemesi de gözlüyoruz. Bankaların mevduat gibi yükümlülükleri ise kredi artış oranındaki yükselişe eşlik edemiyor. Mevduat artış oranının, kredi artış oranının hızına yetişememesi, bankacılık sektörünü dışarıdan borçlanmaya itiyor. Bu şekilde kur riski de yükseliyor. Ayrıca, küresel risk iştahına karşı piyasalarımız daha duyarlı hale gelirken, bu kırılganlığı azaltmanın yolu iç tasarrufl arı artırmaktan geçiyor. Tasarruf oranının düşük olması ise cari açığı artırıyor. Cari açık dış borçlanmayı tetiklerken, iç tasarrufl arı özendirmenin yolu ise faizleri belli bir seviyede tutmaktan geçer. Faizin, enflasyonun 2-3 puan üzerinde olması gerekir. Bizde reel faiz sıfıra yakın. Düşük faizde tasarruf edip mevduat yapmak değil, kredi kullanmak cazip hale gelir.Tasarruf oranının 2014’ün ilk çeyreğinde yüzde 15’e yükselmesi olumlu bir gelişmedir. Ancak bu oranın 2002’de yüzde 25 olduğunu unutmamak lazım.”

Değişimde sona yaklaşılıyor

ING Bank Kıdemli Ekonomisti Muhammet Mercan, Türk bankacılık sektöründe uzun bir süreden beri kredilerin mevduatlardan hızlı büyüdüğü dolayısıyla mevduatın krediyi karşılama oranının hızla yükseldiği bir süreç devam etiğine işaret ederek, “Bu şartlar altında bankalar kredi büyümesini finanse edebilmek için aktifl erinin kompozisyonunda diğer varlıkların (menkul kıymetler gibi) payını azaltırken kredilere daha fazla kaynak ayırmaktadır. Ancak buradaki değişim sona yaklaşmaktadır. Yükümlülükler tarafında ise bankalar yurtdışı piyasalar ve repo imkânları ile menkul kıymet ihraçları gibi alternatif kaynaklara başvurarak buradaki kompozisyonda da mevduatların payını kaçınılmaz olarak yavaşça azaltma eğilimini sürdürmektedir. Özellikle pasif tarafındaki bu trendin önümüzdeki dönemde de korunacağını düşünüyoruz. Diğer taraftan, Bireysel Emeklilik Sisteminin yeniden düzenlenmesi ve yastık altındaki altınların ekonomiye kazandırılması yönündeki yapılan çalışmaların yurt içi tasarruf oranlarının artırılmasına ve sektörün fonlama yapısının sağlığına olumlu katkı sağlamasını bekliyoruz” diye konuştu.

YORUMLAR (1)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)
  • Bankacı10 Temmuz 2014 10:46

    Öncellikle tasarruf tanımı ile ilgili terim sorununu ortaya koymak istiyorum. Sözlükte tasarruf; ekonomik tutum, para biriktirme, artırım, gelirin tüketilmeyen kısmı olarak kullanılır. Bir çok tanımda buna paralel ifadeler bulunmaktadır. Ancak tasarrufun diğer bir unsuru ise harcanmayan yada elde tutulan varlığın başkası tarafından değer verilmesidir. Örnek olarak insanlar altını bir tasarruf aracı olarak görüyorsa bunun sebebi gelirin harcanmayan kısmının başkaları tarafından gelecekte değer verilmesidir. Başkasının değer vermeyeceği yada daha az değer vereceği tasarruf ürününü insanlar neden tercih etsin ki? Çünkü mantıklı değil. İnsanlara akıl diye ALLAH cc. nimet vermiş. Elbette ki gelecekte başkalarının değer vereceği varlığı ellerinde tutmak isterler, yani tasarruf yapmak isterler. Ülkemizde tasarrufun artmamasının sebebi menkul tasarruf ürünlerinin cazip olmamasıdır. Tasarrufun tabana yayılması için yeni ürünler geliştirilmesi gerektiği kanaatindeyim. Halkımızda altın ve gayrimenkulü bir tasarruf aracı olarak görmektedir. Gayrimenkul için önerim yok ama altının bir menkul olduğu için tabana yayılacak bir tasarruf aracı olabileceği düşünüyorum. Özellikle 2008 ekonomik krizinden sonra merkez bankalarının krizi aşmak için bolca banknot basımı yapıldığı herkesçe malum. Bu durumda altın herkesin bildiği ancak potansiyelini tam fark edilmeyen bir tasarruf aracıdır. Ülke ekonomimizdeki dış ticaret açığımız sebebiyle oluşan kırılganlık tehlikesinin ise altın ithalatı ile azalacağını düşüyorum. Nitekim altın bir tüketim aracı değil sadece ve sadece tasarruf aracıdır. Dolayısıyla ithal edilerek tasarruf edilen altın istenildiği zaman ekonominin ihtiyacı için kullanılabilir. Bu durumda dış ticaret açığımızı tasarrufumuzu arttırıcı bir etken olarak kullanılması iki temel ve büyük sorunu tek hamlede çözme imkanı verecektir. Böylece kırılganlık azalacaktır.