BASIN TOPLANTISI - ETKİNLİK - KONFERANS
Basın Daveti Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği 06 Şubat 2020, 09:30

Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği (TKYD), 2019 yılında Emeklilik ve Yatırım Fonları performanslarını ve fonlara artan ilgiyi açıklıyor. 06 Şubat 2020...

Tüm Etkinlikleri Göster
BANKA HİSSELERİ
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri

E-posta listemize kayıt olun, en son haberler adresinize gelsin.

Ana SayfaKazandıran SohbetlerCevheri: Günden güne tarımda daha fazla ithalatçı ülke oluyoruz----

Cevheri: Günden güne tarımda daha fazla ithalatçı ülke oluyoruz

Cevheri: Günden güne tarımda daha fazla ithalatçı ülke oluyoruz
24 Şubat 2022 - 08:05 www.finansgundem.com

Toprağa bağlı köklü bir ailenin, TBMM üyesi dedenin genlerini taşıyor İbrahim Cevher Cevheri. Çiftçilikte 6’ncı, siyasette 3’üncü kuşak. 100 yıllık bir işletmenin ortağı. Türk tarımını eski milletvekili Cevheri’den dinliyoruz.

VOLKAN KARSAN – FINANSGUNDEM.COM / KAZANDIRAN SOHBETLER

Her ne kadar son günlerde enerji konusu daha önde olsa da dünyayı tehdit eden sorunların başında iklim değişimi, bağlantılı olarak da tarım ve kıtlık ihtimali geliyor… “Kazandıran Sohbetler”de bu kez üç nesil hem bizzat çiftçilikle uğraşan hem de ülke tarım politikası içinde çok önemli rol alan bir ailenin son temsilcisini konuk ettik: İbrahim Cevher Cevheri. 20’nci dönem Doğru Yol Partisi Adana milletvekili olarak TBMM’de yer alan Cevheri’ye politik yaşamı boyunca hep olası bir DYP iktidarının Tarım Bakanı olarak bakıldı…

“MODERN TARIM, YENİ VE TEKNOLOJİK EKİPMAN KULLANMAYI, EN KALİTELİ GİRDİLERLE ÜRETİM YAPMAYI GEREKTİRİR”

- Sayın Cevheri, önce dededen toruna tarımın aileniz için anlamını ve tarımın da öne çıktığı Türkiye siyaset hayatınızı detaylı şekilde anlatır mısınız? Ayrıca Cevheri ailesi, Şanlıurfa ve bölge tarımı için ne anlam ifade eder?

- Girişteki iltifatkar sözler ve teveccühünüz için teşekkür ederek sorularınızı cevaplamak isterim.

Öncesini bilemiyoruz ama 1800’lü yılların ilk yarısından itibaren Urfa’da tarım ve hayvancılıkla uğraşan bir aileyiz. Bu anlamda ben ve aile ortaklarım 6’ncı nesiliz.

Urfa’nın Karaköprü ilçesi Yığınak Köyü’ndeki işletmemizin kuruluş yılı 1919’dur. Öncesinde İlhan Köyü’nde imişiz.

Ayrıca 1942 tarihinde Adana Ceyhan’daki işletmemizi kurmuşuz.

Bugün itibariyle Urfa Karaköprü ve Adana Ceyhan’da kurulu iki tarım işletmemizi, ben, kız kardeşim ve üç kuzenimle ortaklık halinde idame ettiriyoruz.

Türk tarımının temel sorunlarından olup daha uzun yıllar tartışılmaya devam edecek olan, tarım işletmelerinin parçalanıp küçük ve verimsiz işletmeler haline dönüşmesi meselesine kendi bünyemizde çözümler bulmaya çalıştık ve bir hayli de yol aldık diyebilirim.

Hukuk sistemimizde tarım işletmelerinin tüzel kişilik kazanarak kurumsal bir yapı halinde faaliyet göstermesine imkân verecek bir düzenlemenin bulunmayışı büyük eksikliktir. Keza vergi hukuku da buna cevaz vermemekte, sadece belli ölçeğin altındaki işletmelere defter tutma ve gerçek usulde mükellef olmaksızın satışlarını belgelemek suretiyle stopaj yoluyla vergilendirilme fırsatını vermektedir. Bu da bir avantaj olmakla beraber, küçük çiftçi ölçeğinin üzerindeki işletmelerin bölünüp parçalanmasının önüne geçmek için, kanuni düzenlemelerle yeni bir kurumsal statü oluşturulmasına ve vergi hukukunda paralel düzenlemeler yapılmasına ihtiyaç vardır.

Modern tarım, yeni ve teknolojik ekipman kullanmayı, en kaliteli girdilerle üretim yapmayı gerektirir. Bu da pahalı bir iştir ve güçlü sermaye yapısına ihtiyaç duyar. Diğer yandan girdileri talebin en düşük olduğu dönemlerde uygun fiyatlarla alabilmek, ürünleri arzın en az olduğu dönemlerde en yüksek fiyatlarla satabilmek çok önemlidir.

Bu anlamda, 2001’de yürürlüğe giren yeni Türk Medeni Kanunu’nun 373’üncü madde ve devamındaki hükümlerle, 5403 sayılı Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu, bazı yollar açmakla birlikte tam olarak uygulanma şansı bulamamaktadır ne yazık ki. Kaldı ki, 5403 Sayılı Kanun’un çerçevesini çizdiği işletme büyüklüğü ölçülerinden en çok kullanılan 2 HA (20 Dönüm) ölçeği dahi düşük bir ölçektir. Rantabl işletme büyüklüğü ölçeği kanaatimce bunun çok üzerindedir.

Modern tarım, yeni ve teknolojik ekipman kullanmayı, en kaliteli girdilerle üretim yapmayı gerektirir. Bu da pahalı bir iştir ve güçlü sermaye yapısına ihtiyaç duyar. Diğer yandan girdileri talebin en düşük olduğu dönemlerde uygun fiyatlarla alabilmek, ürünleri arzın en az olduğu dönemlerde en yüksek fiyatlarla satabilmek çok önemlidir. Bunun için de ürünleri arzın az olduğu döneme kadar depolayacak fiziki kapasiteye ve bekleyebilecek finans gücüne sahip olunmalıdır.

İyi, kaliteli ve dünya pazarında rekabet şansı olan ürünleri elde edebilmek ve işletme sahiplerinin ailelerine normal bir hayat standardı sağlayabilmek için elzem olan bu hususların, “güdük” işletmelerde sağlanması mümkün değildir.

Tarım işletmelerinin miras yoluyla ve sair suretlerle bölünüp parçalanmasının önüne geçmek, daha da önemlisi birikimlerin tarım sektörüne yönelerek modern kurumsal işletmelerin sayısının artması için Medeni Kanun ve Toprak Kanunu’ndaki yetersiz ve uygulaması sınırlı hükümlere ek olarak yeni düzenlemelerin yapılması elzemdir. Sadece tarım ve hayvancılık alanında faaliyet gösteren işletmelere, Türk Ticaret Kanunundaki sermaye şirketlerinden ayrı olarak, tüzel kişiliği haiz ve özel vergilendirme hükümlerine tâbi işletmelere dönüşebilme ve kurma imkanını verecek kanuni ve idari düzenlemeler olmalıdır bunlar.       

Daha fazla detaya girmeden özelimize dönersek, aile olarak kendi bünyemizi mevcut düzenlemelerin sınırlı hükümlerinden yararlanarak, hatta sınırları biraz da zorlayarak kurumsallaştırmaya çalıştık. Halen de uğraşıyoruz. Çabalarımızı anlamakta zorlanan bürokrasinin direncine rağmen.


Cevheri Ailesi; baba, merhume anne, İbrahim Cevher Cevheri

“DEDEM HACI ÖMER CEVHERİ DEMOKRAT PARTİ URFA MİLLETVEKİLİ İDİ. BABAM NECMETTİN CEVHERİ DE ÇEŞİTLİ HÜKÜMETLERDE BAKAN OLARAK GÖREV ALMIŞTIR”

- Sizin aile işletmelerinin durumuna dönersek?

- 2000’lerin başından itibaren Urfa’daki işletmemizi, kız kardeşim ve kuzenlerimle ortak olduğumuz Kavallı Tarım Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi bünyesine almaya başladık ve büyük ölçüde tamamladık. Aslında TTK’ndaki sermaye şirketleri düzenlemesi tarım sektörünün bünyesine pek uymamakla birlikte, eldeki enstrüman bu olduğundan biz de o kalıba girmeye çalıştık. Aile fertleri mülkiyetindeki arazileri şirkete intikal ettirdik.  İşin başına ziraat mühendisi bir idareci koyduk. Ziraat Fakültesindeki hocalardan danışmanlık hizmeti almaya başladık. Finans ve muhasebe konularını bir profesyonel arkadaşımıza bıraktık. İşletmenin parasını, cebimizdeki paradan ayırarak biz ortaklar tahsilat ve ödeme işlerinden çekildik. Bütçe kavramına ve dengesine büyük önem atfettik. İşletmenin finans yapısını bozacak harcamalardan, bütçeyi zorlayacak kâr dağıtımlarından ve ütopik yatırımlardan uzak durarak mali bünyeyi güçlü tutmak öncelikli hedefimiz oldu.

Ceyhan’daki işletmemizi de yine aynı ortaklık yapısına sahip olan Yığınak Tarım Sanayi ve Ticaret Limited Şirketi bünyesine alma çabalarımız sürüyor.

Her iki işletme için oluşturduğumuz İdare Kurulu, benim başkanlığımda, sonraki nesilden üç genç ortak ve üç profesyonel arkadaşımızdan oluşmakta ve tüm önemli kararları almaktadır. Yılda en az iki defa tüm ortakların katılımıyla Genel Kurul toplantılarını yapmaya büyük bir önem atfediyoruz.

İşletmelerimizde, tarla bitkileri ve bahçe bitkileri üretimiyle büyük baş besicilik faaliyetlerimiz bulunuyor. Pamuk, mısır, buğday, arpa, mercimek, silaj, yonca, fıstık, badem, zeytin, erik, şeftali, nektarin, nar yetiştiriciliği bitkisel üretim, ithal ve yerli ırk dana besiciliği de hayvancılık faaliyetlerimiz olarak bulunuyor. 

Siyasetle ilgimizin de üç nesildir sürmüş olması, tarım faaliyetlerimizin ihmal edildiği anlamına gelmiyor. Tarım bizim hayatımızda her zaman ilk planda olmuştur.

Dedem Hacı Ömer Cevheri Demokrat Parti Urfa Milletvekili idi. Babam Necmettin Cevheri de uzun yıllar Urfa Milletvekili ve çeşitli hükümetlerde Bakan olarak görev almıştır. Bunlardan biri de 49’uncu Hükümette Tarım ve Köy İşleri Bakanı olarak hizmet etmiş olmasıdır. 20’nci dönemde Adana Milletvekili olarak görev yapma fırsatını bulduğumda da, tarımın meseleleri üzerinde çalışma en başta gelen iştigal konum idi. 2008 yılında aktif siyasetten çekildiğimde Doğru Yol Partisi Tarım Komisyonu Başkanı olarak görev yapmaktaydım.

Aile olarak tarımsal faaliyetlerimizi sürdürdüğümüz bölgeler için bir anlam ifade ettiğimizi telaffuz etmem doğru olmaz. Ancak yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi, kurumsallaşma ve işletmelerin parçalanmasının önlenmesi konularında küçük bir örnek olabiliyorsak bundan bahtiyarlık duyarız.


20. dönem TBMM eski Genel Kurul Salonu

“GÖRÜNEN O Kİ, TARIMDA HER YIL DAHA FAZLA İTHALATÇI ÜLKE KONUMUNA GEÇİYORUZ”

- 21’inci yüzyıla geldiğimizde “Türkiye kendi kendini besleyebilecek ülke” tanımı artık geçersiz sanırım. Nereden nereye geldik ya da neyi hedeflemeliydik ne oldu?

- The Economist’in geçtiğimiz günlerde 2021 verilerine göre yayınladığı “Dünya Gıdada Sürdürülebilirlik Endeksi”nde Türkiye 27’nci sırada yer alıyor. Ülkemizin, buğdayda yeterlilik oranı yüzde 82’ye kadar gerilemiş. Görünen o ki, tarımda her yıl daha fazla ithalatçı ülke konumuna geçiyoruz. Bir memleketin her şeyini kendisinin üretmesi gibi bir durum dünya gerçekleriyle bağdaşmaz elbette. Ne var ki son dönemde mısır gibi arpa gibi temel ürünlerin dahi ithalatı için Toprak Mahsulleri Ofisi’nin açtığı ihaleler endişeye sebep oluyor. Oysa tarımsal üretim potansiyelimiz, bu temel ürünlerdeki iç talebi fazlasıyla karşılayacak kadar üretim yapmaya müsaittir. Doğru teşvik politikalarıyla bunu sağlamak hiç de zor değildir.   

İçerde üretilmiş iyi tohum ve fidan bulunamıyorsa, bunların ithalatına karşı çıkmak doğru olmaz. Ne var ki devlete ait araştırma enstitülerinin çoğu, ödenek ve teknik personel yetersizliği sebebiyle bu alandaki işlevlerini yerine getiremez durumdadırlar.

“İYİ VE KALİTELİ TOHUM, İYİ VE KALİTELİ ÜRETİM YAPMANIN İLK VE TEMEL ŞARTIDIR”

- Son yıllarda tarım ürünlerinde ithalata mahkûm olma nedenlerimiz olarak bir dizi hatadan söz ediliyor? Sırayla bunlara değinebilir miyiz? Örneğin tohum yasası?

İyi ve kaliteli tohum, iyi ve kaliteli üretim yapmanın ilk ve temel şartıdır. Tohum üretimi de yüksek teknolojiyi gerektiren bir alandır. Keza iyi ve kaliteli fidan ve fide kullanımı da, bitkisel üretimdeki verimliliği yakalamak için çok önemlidir. O itibarla içerde üretilmiş iyi tohum ve fidan bulunamıyorsa, bunların ithalatına karşı çıkmak doğru olmaz. Ne var ki devlete ait araştırma enstitülerinin çoğu, ödenek ve teknik personel yetersizliği sebebiyle bu alandaki işlevlerini yerine getiremez durumdadırlar. Bir yandan bu kurumları tekrar aktif hale getirirken, diğer taraftan tohum konusunda özel sektörün yolunu açmak ve teşvik etmek çözüm olabilir.

“ÜLKENİN İHTİYAÇ VE ÖNCELİKLERİNE GÖRE ÜRETİM PLANLAMASI ANCAK TEŞVİK POLİTİKALARIYLA YAPILIR”

- Bölgelere göre ürün seçimi ve sulama hataları çiftçinin sorunlarının neresinde?

- Bölgelere göre ürün seçimi sadece üreticinin inisiyatifine bırakılırsa buradan çoğu zaman doğru tercihler çıkmaz. Fiyat hareketlerine bakarak verilen anlık kararlar, bazı ürünlerde üretim fazlasına ve düşüşlerine sebep olur. Ülkenin ihtiyaç ve önceliklerine göre üretim planlaması ancak teşvik politikalarıyla yapılır. Her ürünün her yerde üretilmesini teşvik etmek yerine, gerekli yerlerde gerektiği kadar üretilmesinin sağlanmasına yönelik havza bazlı destekleme modeli ülkemizde de uygulanmaktadır. Ancak burada öncelikler ve destek miktarları önemlidir. 5488 Sayılı Tarım Kanunun 21’inci maddesi, tarıma bütçeden ayrılacak desteklerin Gayrı Safi Milli Hasılanın yüzde birinden az olamayacağı hükmünü getirmişken, 2021 Bütçe gerçekleşmeleri tahminine göre, bu oranın binde 3 seviyesinde kalması beklenmektedir.

Tarım desteklemeleri içinde, üretim planlaması ve ülke ihtiyaçlarına göre bitki deseni oluşturulabilmesinde en önemli olanı, fark ödemesi dediğimiz, elde edilen ürüne göre yapılan ödemedir. Bunun miktarı, piyasa fiyatı ile hedef fiyat arasındaki farkı karşılayacak miktarda olmalıdır ki, üretici bu ürüne yönelsin. Tabii burada en önemli husus da fark ödemesi ve diğer desteklerin üretim başlamadan açıklanmasıdır. Aksi takdirde destekleme politikasının üretim planlamasındaki belirleyiciliğinin anlamı kalmaz.

Sulanabilir tarım alanlarımızın büyük kısmı ne yazık ki vahşi sulama veya salma sulama dediğimiz yöntemle sulanmaktadır. Bu sulama şekli, ciddi bir su kaynağı israfına yol açmanın yanı sıra havadaki nisbi nemi yükselterek hastalık ve zararlılar için uygun bir ortam da oluşturmakta, bu suretle zirai mücadele maliyetlerini ve kimyasal ilaç kullanımını da arttırmaktadır.

Sulama hatalarına gelince, bu konu tarımımızın temel meselelerindendir. Türkiye’nin “su kıtlığı” çeken ülkelerden biri olduğu unutulmamalıdır. Yıllık kişi başı 1.500 metreküp civarında su varlığımızla, bu alanda dünyada kabul edilen kriterlere göre 2.000 metreküplük su kıtlığı sınırının altında kalmaktayız.

Sulanabilir tarım alanlarımızın büyük kısmı ne yazık ki vahşi sulama veya salma sulama dediğimiz yöntemle sulanmaktadır. Bu sulama şekli, ciddi bir su kaynağı israfına yol açmanın yanı sıra havadaki nisbi nemi yükselterek hastalık ve zararlılar için uygun bir ortam da oluşturmakta, bu suretle zirai mücadele maliyetlerini ve kimyasal ilaç kullanımını da arttırmaktadır. Diğer taraftan toprağın yapısını da bozarak bu en değerli varlığımızın tahribine sebep olmaktadır. Bu sakıncaları ortadan kaldıracak çözümün, kapalı sistem basınçlı sulamaya geçmek olduğu belli olmakla birlikte, kaynak ve destek yetersizliği sebebiyle yeteri kadar mesafe alınamamaktadır. Yağmurlama ve damlama şeklindeki basınçlı sulama yöntemlerinde çok daha az su ile ve çevreye daha az zarar vererek sulama yapılmakta ise de o basıncı vermek için ihtiyaç duyulan enerjinin maliyeti çiftçinin belini bükmektedir. Basınçlı sulama sistemleri için Ziraat Bankası aracılığı ile kullandırılan kredilerde faiz oranının sıfırlanmış olmasının doğru bir politika olduğuna da işaret etmeliyiz.       

“ULAŞIM İMKANLARININ VE ARAÇ SAHİBİ OLAN İNSANLARIN ARTMASIYLA, TARIMLA UĞRAŞANLAR BİLE ŞEHİRLERDE OTURMAYI TERCİH EDEBİLİYOR”

- Köylümüz toprakla uğraşmak yerine şehirlere asgari ücretle çalışmak için göç ediyor, özellikle genç kuşak… Bunu ortaya çıkaran etkenlerin başında neler var?

- TÜİK’nun yakınlarda açıkladığı verilere göre köylerde yaşayan nüfus yüzde 6,8’e kadar düşmüş. Bundan tarımla uğraşan insanların sayısının azaldığı gibi bir sonuç çıkarılamaz. Ulaşım imkanlarının ve araç sahibi olan insanların artmasıyla, tarımla uğraşanlar bile şehirlerde oturmayı tercih edebiliyor. Ancak tarımsal üretimde verimlilik ve kalitenin artması, tarımla uğraşan ve köyde yaşayan insanların sayısının fazlalığını gerektirmiyor. Kurumsal ve modern tarım işletmelerinin mevcudiyeti ve çoğalmasının faydalarına önceki sorularda işaret etmeye çalışmıştım. Kaldı ki küçük aile işletmelerinin varlığı da Türk tarımı için gereklidir. Bilhassa örtü altı yetiştiricilik, arıcılık, küçük baş hayvancılık gibi alanlarda, bu nevi işletmelerin rekabet gücü de büyüklere göre fazladır. Bunlara yönelik rasyonel destekleme politikalarıyla ülkenin üretim potansiyeline ciddi katkılar sağlanabilir ve köylerin daha da boşalması önlenebilir.  

“TABİATI HOYRATÇA KULLANMANIN BİR BEDELİ OLACAĞINI HÂLÂ ANLAMIŞ GÖRÜNMÜYOR TOPLUMLAR”

- İklim değişimi, kuraklık, kalitesini kaybeden toprak, ilaç, gübre… Bunlar adeta bir sarmalın parçaları mı? Bu döngüyü doğa ve insan yararına nasıl değiştirebiliriz?

İklim değişikliğinin öngörülen sonuçları, hiç şüphesiz insanlığın geleceğinde yaşanacak sıkıntıların en başında gelmektedir. Tabiatı hoyratça kullanmanın bir bedeli olacağını hâlâ anlamış görünmüyor toplumlar. Özellikle de zengin ve sözde gelişmiş ülkeler… Kuraklık ise tarım sektörünün kâbusudur. O da iklim değişikliği sorunu ile sebep sonuç ilişkisi içindedir.

Gübre kullanımı verimlilik için elzemdir. Kimyevi gübrelerin kullanımından pek tedirgin olmaya gerek yoktur. Sonuçta doğada bulunan azot, fosfor, potasyum gibi makro elementler, demir, çinko, mangan gibi mikro elementler granül veya sıvı formda bitkiye verilmektedir.

Ancak zirai ilaçlar için endişe duyulması lazımdır. Özellikle insektisit dediğimiz böcek ilaçları, basbayağı zehirdir. Hele bunların sistemik olanlarının, yani bitkinin öz suyuna geçenlerin kalıntıları, yıkamayla, temizlemeyle elimine edilemiyor ne yazık ki. Ruhsatlandıran resmi kurumun tavsiye ettiği süre sonunda bitkiden atılabildiği söylenebilir belki.

Zararlılarla mücadelede, önleyici olarak kullanılan feromon tuzaklar, zararlının faydalı böceklerle itlaf edilmesi şeklindeki biyolojik mücadele yöntemleri, doğa ve insan yararına değişim yolunda atılabilen adımlar olarak nitelendirilebilir.     

Tabiatı hoyratça kullanmanın bir bedeli olacağını hâlâ anlamış görünmüyor toplumlar. Özellikle de zengin ve sözde gelişmiş ülkeler… Kuraklık ise tarım sektörünün kâbusudur. O da iklim değişikliği sorunu ile sebep sonuç ilişkisi içindedir.


Lefkoşa Stadı, Meclisspor-KKTC Meclisspor

“BİTKİSEL ATIKLAR TOPRAĞA KARIŞTIRILARAK ORGANİK MADDE ORANI DA YÜKSELTİLEBİLİR”

- Atıklardan yararlanmak, solucan gübresi, doğa dostu tarım gibi bireysel çabalar ve sivil inisiyatif girişimleri var. Bunların olumlu katkısı olabilir mi?

- Atıklardan yararlanma konusunda, bitkisel artıkların pek çoğunun zaten hayvanların kaba yem ihtiyacı olarak kullanılmasını örnekleyebiliriz. Buğday, arpa, mercimek gibi bitkilerin sapları bu amaçla samana dönüştürülürken, pamuk ve mısır gibi bitkilerin sapları enerji üretiminde kullanılmaktadır. Kaldı ki bu bitkisel artıklar toprağa karıştırılarak organik madde oranı da yükseltilebilir. Ancak burada sözü edilen sivil inisiyatif girişimler değil, ekonomik ve ticari girişimlerdir.

Solucan gübresinin, büyükbaş, küçükbaş, kanatlı hayvan gübrelerinden veya leonardit, hümik asit gibi maden kaynaklı organik gübrelerden fazla bir katkısı olacağını sanmıyorum.

Cemal Güzelci: Temiz enerjide alacağımız çok yol var

Emre Alkin: FED faiz artırımı ABD için iyi bizim için kötü haber

Ev sahiplerine banka garantili kira hesabı

Naci Görür: En güvenli bölge İstanbul Anadolu yakası kuzeyi

Sevim: Teknolojiye, insana ve güçlü kurumlara yatırım çok önemli

Yurdakul: 2022 otomotiv sektörü açısından çözüm yılı olabilir

Fatih Birol: Doğru yatırımla ülkemiz güneşini ihraç edebilir

Yaşayan tarih Can Kıraç’tan iş dünyasının sırları

Işıtan Gün: Dijitalleşme futbol için hem fırsat hem tehlike

Arda Ödemiş: Bilişim sektörü 2022’de en az yüzde 25 büyüyecek

YORUMLAR (0)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)