BASIN TOPLANTISI - ETKİNLİK - KONFERANS
Basın Daveti Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği 06 Şubat 2020, 09:30

Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği (TKYD), 2019 yılında Emeklilik ve Yatırım Fonları performanslarını ve fonlara artan ilgiyi açıklıyor. 06 Şubat 2020...

Tüm Etkinlikleri Göster
BANKA HİSSELERİ
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri

E-posta listemize kayıt olun, en son haberler adresinize gelsin.

Ana SayfaGündemSakıp Sabancı'nın Erdoğan'a tavrı ne olurdu?----

Sakıp Sabancı'nın Erdoğan'a tavrı ne olurdu?

Sakıp Sabancı'nın Erdoğan'a tavrı ne olurdu?
25 Mayıs 2015 - 09:31 www.finansgundem.com

Sabancı Grubu'nun eski CEO'su Hazım Kantarcı, TÜSİAD ve Erdoğan arasındaki soğuk savaşa ilişkin konuştu

Sabancı Grubu'nun eski CEO'su Hazım Kantarcı, Türkiye'nin son 40 yılında, Ankara ile işadamları hattındaki iklimi yakından tecrübe eden bir isim. Türkiye'nin ilk CEO'larından Kantarcı aynı zamanda ülkedeki otomotiv sektörünü inşa eden kıdemli profesyonellerin de başında geliyor. Kantarcı Cumhuriyet’ten Selin Ongun’a önemli açıklamalarda bulundu.
 
"TÜSİAD ve Cumhurbaşkanı arasındaki gerginlikle, hepimize yazık oluyor!"
 
- TÜSİAD ve Cumhurbaşkanı Erdoğan arasındaki gerilimi nasıl değerlendiriyorsunuz?
 
Aslında bakınız, enerjimizi her platformda benzer biçimde kaybediyoruz. İşçi ve işveren ilişkilerinde çatışma ortamı varken, nasıl iki tarafta kaybediyor ise burada da aynı meseleyi görüyoruz. Ne kadar benzer bir durum. Yazık oluyor, hepimize, emeğimize, Türkiye'ye yazık oluyor. Bu çatışma ortamını kaldırmak lazım. Kaldı ki meseleyi sadece TÜSİAD ile sınırlandırmadan, sivil toplum kuruluşları ve hükümet arasındaki ilişkiler diyerek daha geniş okumalıyız. STK'lar katılımcı demokrasinin önemli bir unsuru. STK'lar ülke menfaatlerini gözettiği gibi kendi mensubu olduğu grubun da menfaatini gözetir. 1971 yılında kurulan TÜSİAD da ülkemizin en önemli STK'larından biri. 2500'e yakın şirketi bünyesinde bulunduruyor. Üyelerinin tamamı kayıtlı çalışıyor. Bu vergilendirme açısından da çok önemli. Türkiye dış ticaretinin, enerji hariç, yüzde 80'nini, kamu ve tarım dışındaki istihdamın yüzde 50'sini gerçekleştiriyor. Kurulduğundan bu yana sosyal ve ekonomik konularda önemli raporlar hazırlayarak bir düşünce kuruluşu görevi de üstlenmiş durumda, fikir üretiyor. Burada bir anekdotu da aktarayım. 1971 yılında TÜSİAD kurulduğunda Sakıp Sabancı, Vehbi Koç, Eczacıbaşı bir araya geliyorlar. Toplantıdan çıkarken Vehbi Bey, "Şimdi fikir üreten bir fabrika kurduk, bu mal üretiminden daha önemli" diyor.
 
"Başkanlar hükümeti tenkit etme histeriği içinde"
 
- İşadamları özel sohbetlerde Erdoğan'ın çıkışlarından yakınıyor. Ancak aynı işadamları açılışlarında Erdoğan olsun istiyorlar. Kamuoyuna Erdoğanlı resim vermek istiyorlar. Bu bir oportünizm mi, korku mu?
 
Bir tesis açılacak ise orada başbakanın, cumhurbaşkanın bulunması o törene ayrı bir popülarite kazandırır. Dünden bugüne bu hep aynıdır, işadamları böyle törenlerde Ankara olsun ister. Fakat burada üzerinde durulması gereken hadise şu. Ortada çatışma zeminini besleyen karşılıklı bir durum var.
 
"Cumhurbaşkanı işadamlarını hedef alarak tabana oynuyor"
 
- Bunu nasıl tarif edersiniz?
 
TÜSİAD başkanları hepsi ayrı ayrı değerli insanlar. Ama başkanlar nedense hükümete karşı tenkit etme isteriği içine giriyorlar. Hükümete ters bir şey söylenmez ise sanki başkan olunmazmış gibi görüyorlar. Elbette ülkeyi kimin, nasıl yöneteceği işveren için önemlidir. Ama tam siyaset kokan demeçlerden arınmak lazım. Başkanların "tenkit edeyim" histerisinde olmamaları lazım. Dozajını artıran var, azaltan var, ancak şimdiye dek bütün başkanlar bunu yaptı. Oysa bu bir denge işi. Hem artıları hem eksileri bir görüş ortaya koymak lazım. Örneğin Haluk Dinçer'in başkanlık dönemindeki sözlerini hakkaniyetli bir tespit olarak görüyorum. Diğer yandan bugün cumhurbaşkanı, dün başbakan, yani siyasette de liderler, işadamlarını hedef alırken aslında vatandaşa, işçiye, çalışana yani tabana oynuyor. Bu, çok bilinen bir siyaset oyunu. Dolayısıyla böyle bir çatışma içinde oluyoruz ki yine aynı sözü söyleyeceğim. Yazık oluyor! Hedef bir ise, çatışmanın olmaması gerek.
 
"Bugünkü gerginliğe Ekonomik Konsey ilaç olur"
 
- Cumhurbaşkanı'nın TÜSİAD'ın toplantısında karşısındaki başkanı, yönetimi, üyeleri sözleri ile ağır eleştirdiği, onların da kendilerine yönelik ithamları dinlediği hafızalarda. Her iki "tarafı" ile bu manzarayı milletçe nasıl tercüme edelim?
 
Bu manzara sadece patronlar katıyla ilgili değil. Tüm Türkiye manzarası şu anda böyle. Bu bağlamda, anayasamızda bulunan bir gerçeği hatırlatmak isterim. İşvereni, işçi kuruluşlarını, hükümeti vs. bir araya gelerek Türkiye'nin refahını artıracak yol mümkündür. Anayasada yer alan Ekonomik ve Sosyal Konsey hayata geçmeli. Fevkalade bir kuruluş, Türkiye'nin bugünkü durumuna ilaç. Ama bu konsey toplanamıyor.
 
- TÜSİAD bu konseyin toplanmasını ister mi?
 
Gayet tabii. Çünkü ekonomik hayatı düzenleyen her taraf, bu konseyde bulunacaktır.
 
- Bugün TÜSİAD'ın başkanlık koltuğunda bir profesyonel var. Bu resmi "patronlar bir profesyonelin arkasına saklanıyor" diyerek okuyanlara hak verir misiniz?
 
Şimdiye dek TÜSİAD başkanı koltuğunda hep patronlar oturduğu için "artık patronlar geride duruyor" gibi bir algı oldu kamuoyunda. Bir yerde de hak vermek gerek. Her patron TÜSİAD başkanı olduğunda hem kendi işinden uzaklaşıyor hem de hükümet ile çatışma olduğunda direkt kendi şirketi zarar görüyor diye düşünülüyor. Tabii işin tabiatında vardır. Patronun konuşma tarzı ve gücüyle, bir profesyonelinki farklıdır. Şu andaki başkana haksızlık etmek istemediğimi, bunun meselenin tabiatıyla ilgili bir realite olduğunu da hemen söyleyeyim.
 
"TÜSİAD'da bezginlik var, ondan sessizler"
 
- Son tartışmada ekonomi yönetimine ilişkin sözleri nedeniyle Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın başkan Cansen Başaran Symes’e yönelttiği ithamların ardından TÜSİAD da hem kurumsal hem şahsi bir sessizlik oldu. Bu sessizliği "aman seçim öncesi susalım" mantığı ile açıklamak yeterli mi?
 
Bir bezginlik olduğu, gerçek. Bir açıklama ile yanıt verildiğinde nasıl reaksiyon geleceğini tecrübe ettiklerinden, söyleyenlerin başına gelenlere bakıp sessizliği tercih ediyorlar herhalde. Yeni bir açıklamanın fayda getireceğini düşünmüyor olmalılar.
 
- Patronların değil profesyonellerin başkan olması neyin göstergesi?
 
Aslında bir profesyonelin başkan olması işleyiş açısından bir değişikliğe neden olmaz. Çünkü o profesyonel de TÜSİAD'daki etkin isimlere danışmadan karar almaz. Şu bir gerçek ki, bir zamanlar verilecek demeçler birkaç patrona danışılıp oluşturulurdu.
 
- "Üç büyük"lere mi danışılırdı?
 
Üç büyük, dört büyük, hatta "ben neden o kadar büyük değilim" diyenler. Dolayısıyla evet o koltukta profesyonel oturuyor ama arkadaki ağır topların kararı daha geçerli.
 
- TÜSİAD ne kadar demokrat o halde?
 
Bu çok tartışıldı. Bence bu tür kuruluşların her yönü ile demokrat olması beklenmemeli. Çünkü 2500 şirketin gruplar arasındaki dağılımı, TÜSİAD'a verdikleri üye sayıları çok farklı. Dolayısıyla grupların TÜSİAD içindeki ağırlıklarına göre karar mekanizmalarında etkili olmaları doğaldır.
 
- Star Medya Grubu'nun sahibi Ethem Sancak'ın "Erdoğan'a aşık oldum" sözlerini nasıl yorumladınız?
 
Takdir hislerini daha farklı kelimelerle ifade etmesi yakışık alırdı.
 
"Sakıp Bey'i hiçbir şey susturamazdı, bugün olsa çekinmeden ağırlığını koyardı"
 
- Sakıp Bey hayatta olsaydı Erdoğan döneminde nasıl bir strateji izlerdi?
 

Susmazdı. Sakıp Bey'i hiçbir şey susturumazdı. Bezginlik denen bir hadise Sakıp Bey'de asla olmazdı. Doğruları söylerdi. "Aman bana ters gelecek, işlerimi bozulur" gibi bir tutum içinde olmazdı. Çünkü o şuna inanırdı. "Türkiye iyiyse ben iyiyim. Sadece benim iyi olmam,Tükiye iyi değilse işe yaramaz" derdi. Sakıp Bey, cidden inançla, şirketten önce ülkeyi düşünürdü. Bugün olsaydı hiç çekinmeden, fikrini söyleyerek ağırlığını koyardı. İşi şahsileştirmeden kendi nüansıyla polemiğe girmeden lafını esirgemezdi. Sakıp Bey'in en sert sözleri bile bu üslubu nedeniyle kabul görürdü.
 
"Sabancı Grubu medyaya girmedi çünkü..."
 
- Sabancı neden medyaya girmedi?
 
Medyanın bir çılgın dönemi vardı. Güneş gazetesi yeni çıkmış, yazarlara astronomik ücretler ödeniyordu. O günlerde medya konusu gündeme geldi. Bir gazete kurulması düşünülmüştü. Sakıp Bey grubun medyaya girmesine taraftar gibiydi. Konuşmaların ertesinde şu görüş hakim oldu. Ben de aynı görüşteydim. "Siz medyada yer almak istediğinizde medya yarış halinde, bir mecra endişeniz yok" dedik öncelikle. O zamanlar medya bu kadar ayrışmamıştı ama "İsa'ya Musa'ya yaranma" meselesi yine de vardı. "Bu, grubumuza zarar verebilir" dedik. Güneri Civaoğlu'nun transferi çok konuşuluyordu o günlerde. Yan faktör olarak da bazı üyelerimiz, "Medyada milyon dolarların ödendiğini" söyleyerek "Medya yöneticilerini öyle paralar veriliyor ki, bu rakamlar şirketlerimizdeki dengeyi bozar" dedi. Başta istekli olsa da tüm bu değerlendirmeler neticesinde Sakıp Bey medyaya girmemeye ikna oldu. Bu gelişmeden dört beş yıl sonra Ahmet Özal Kanal 6'yı alması için Sakıp Bey'e gelmişti. Orada da aynı nedenlerden dolayı medyada yatırım düşünmediği anlatarak, medyaya girmeme kararını söyledi.
 
"Sakıp Bey, aile dağılıyor, diyordu"
 
- Sakıp Bey'den sonra grubun rengi soldu mu?
 
Aile şirketleri belirli bir düzeye eriştiğinde, kurumsallaşmayı grubun her platformunda hayata geçiremedi ise yaprak dökümleri yaşanıyor. Sakıp Bey'in başkanlığında Sabancı topluluğu beş kardeş olarak önemli bir noktaya ulaştı. Sabancı kurumsallaşma yolunda ilk adım atan gruplardan biriydi Türkiye'de. Örneğin McKinsey ile yaptığımız çalışmalarda en önemli konu yönetişimdi. Dünyadaki örnekleri ve Sabancı Grubu’nun yapısını inceledik, hatta ailenin ikinci jenerasyonuyla beyin fırtınaları yaptık. Bu hadise güzel ilerlerken, bir yerde koptu. O dönemde de Sakıp Bey bir gün bana şöyle dedi, “Yaptığımız doğru, bu iş doğru. Ben inanıyorum. Çok da emek verdik ama endişem var. Bunu yaparsak aileyi dağıtabiliriz. Aileyi toparlayamıyorum, dağılıyor." Şu anda Sabancı Grubu yeni yatırımlar, yeni şirketlerden ziyade değer yaratmaya çalışıyor. Sakıp Bey'in zamanındaki gibi değil.
 
Rahmi Koç'un CEO-SA'ya gönderdiği mektup
 
- Sabancı Grubu'nda geçen 32 yıllık birikiminizi de aktardığınız kitabınız yayımlandıktan sonra Rahmi Koç'tan bir mektup alıyorsunuz. Sabancı Grubu'nun en büyük rakibi Koç Holding'in Onursal Başkanı'nın mektubundan alıntılıyoruz: "Kitabınızdan çıkardığım netice; Aziz dostum rahmetli Sakıp Sabancı ailenin birliğini ve dirliğini korumak için bazı kurumsal kararları ya almamış ya da alamamış. CEO'nun sandviç olması, ona rapor edenlerin onun rapor ettiği mevkilerde bulunması idareciliğin ve kademelerin felsefesine aykırıdır. Gördüm ki, ailenin bir kısmı sanki sizin getirdiğiniz bu tarife uymuş, bir kısmı maalesef bu görüşü benimsememiş. İnşallah büyük aile şirketlerinin patronları, kurucuları yahut söz sahibi kişiler kitabınızı okumuştur." Rahmi Koç'un mektubundaki bu satırları "Sakıp Sabancı'dan sonra grubun rengi soldu mu" sorusuna yanıt olarak okuyabilir miyiz?
 
"CEO'ların sandviç olması" benim kitapta kullandığım bir ifadeye gönderme. Bu sandviç benzetmesi ile şuna dikkat çekiyorum. Biliyorsunuz topluluktaki grup başkanları aileden isimlerdi. Diğer yandan ben de onların üye olduğu yönetim kuruluna rapor veriyorum. Yani benim hesap sorduğum ve hesap verdiklerim aynı şahıslar. Bu durumda CEO sandviç oluyor. Karar verenler ile hesap verenler arasında sıkışıyor. Bu da sağlıklı bir yönetim değil.
YORUMLAR (0)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)