BASIN TOPLANTISI - ETKİNLİK - KONFERANS
Basın Daveti Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği 06 Şubat 2020, 09:30

Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği (TKYD), 2019 yılında Emeklilik ve Yatırım Fonları performanslarını ve fonlara artan ilgiyi açıklıyor. 06 Şubat 2020...

Tüm Etkinlikleri Göster
BANKA HİSSELERİ
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri

E-posta listemize kayıt olun, en son haberler adresinize gelsin.

Ana Sayfaİlginç Bankacı HikayeleriHayatta iyi ya da kötü diye bir şey yok'----

Hayatta iyi ya da kötü diye bir şey yok'

Hayatta iyi ya da kötü diye bir şey yok'
28 Şubat 2010 - 23:12 www.finansgundem.com

Son zamanlarda geriye dönüp, hayattan ne istediğini düşündüğünü belirten Özyüksel, “Aslında hayatta iyi ya da kötü diye bir şey olmadığını gördüm. Her şey bir deneyim ve bizi bu güne getirenler de o deneyimler. Hayatı kontrol etmek mümkün değil. Yaşadıklarınızı neden yaşadığınızı anlamak bence o...

TSEV Müdürü Prof. Dr. Suna Özyüksel. Biz onu Türk Sigorta Enstitüsü Vakfı’nın müdürü olarak tanıyoruz. Kendisiyle bir yerlerde karşılaşan ve biraz sohbet edenler varsa aranızda, nazik üslubuna ve yeşil gözlerindeki coşkuya dikkat etmiştir eminim. Biz de geçtiğimiz ay bilmediğimiz Suna Özyüksel’i konuşmak üzere kendisiyle sözleştik ve Bebek Otel’in kafesinde bir araya geldik. Konuşmaya çocukluğundan başladık ve babasıyla balığa çıktığı günlere döndük. Denizden midye topladık, sülünyaların kabuklarını kırdık, kepçeyle karides avladık. Sonra konu ilk aşka geldi. Ardından da evlilik, çocuklar, etli yaprak sarmalar, gece yarılarına kadar süren çalışmalar, başarılar, başarısızlıklar, biraz kariyer, biraz da kişisel zevkler... Aslında röportaja Suna Hanım’ın açık kapılarını bulmak ve içeri girebilmek için bayağı çaba harcayacağım önyargısıyla gittim. Öyle olmadı. Suna Hanım zaten tüm kapılarını açmış, kendisi de tek tek girip kendi zayıf yönleriyle tanışıyormuş şu sıralar. Bizi de içeri buyur etti ve ne düşünüyorsa söyledi. Doğruluğuna inanmadığı hiçbir işte duramadığını söyleyen Özyüksel, çok çabuk sıkılan biri olduğunu da itiraf etti. Boşnak bir anneanne, Sivaslı bir dede ve Elazığlı bir büyükbaba ile Çerkez bir babaanne sahibi olan Özyüksel, misafiri bol, şen şakrak bir ailede büyüdüğünü ama şimdilerde kalabalıktan hiç hoşlanmadığını söyledi. Özellikle annelikle ilgili sorularımızı yanıtlamak istemeyen Özyüksel, her anne için çocuklarının çok özel olduğunu, yapılan hiçbir şeye fedakarlık olarak bakmadığını ifade etti. Kendisi için; “anneyim işte” dedi sadece. Bize biraz bilmediğimiz Suna Özyüksel’den bahseder misiniz? Nasıl bir çocukluk ve gençlik yaşadınız? Çocukluğumun bir kısmı Emirgan’da, bir kısmı da Küçükçekmece’de geçti. Doğa ve denizle iç içe geçen bir çocukluğum olduğunu söyleyebilirim. Babam balık tutmaya bayılırdı. Küçükçekmece Gölü’nde turna balığı tutacağım diyerek, evimizi Emirgan’dan Küçükçekmece’ye taşıdı. Küçükçekmece’nin doğası o zamanlar çok güzeldi. Göle ayaklarımı soktuğumda, parmaklarımın arasından kurbağa yavrularının geçişini izlerdim, su pırıl pırıldı. Hatta yüzmeyi Küçükçekmece Gölü’nde öğrendim. TURNA BALIĞININ PEŞİNDEN KÜÇÜKÇEKMECE’YE Siz de gider miydiniz babanızla balık tutmaya? Hem de çok. O zamanlar babamın küçük bir teknesi vardı. Hazirandan kasıma kadar her gün balığa çıkardık. Gölden bir kanalla Menekşe’ye bağlanırdık. Oradan da Avcılar ya da Florya’ya gider istavrit, izmarit, ispari, mezgit avlardık. Bol bol midye çıkarırdık buralardan. Bir de herkesin bilmediği sülünya adında midyemsi kabuklu bir canlı yakalardık. Sülünyanın kendine has bir avlama yöntemi vardır. Çok sert etlidir ve onunla balık avlanır. Ayrıca kanalda çamurun içinde kurtlar vardı. Avuçlarımızla o kurtları alır, yıkar ve balık tutardık. Balığın her türlüsünü tuttuğumuzu söyleyebilirim. Kıyıdan kepçeyle karides yakalardık mesela. Geceleri de sandala küçük piknik tüpü koyardık ve saatlerce lüfer yakalardık babamla. Küçükçekmece’ye taşınınca da güneşin doğuşuyla göle gidip turna balığı tutmaya başladık. O dönem o kadar çok balık vardı ki, 12’li bir çapari attığınızda 12 tane istavrit çekerdiniz. Lüferse kepçeyle tutulacak kadar çoktu. Babam her gün elinde balıkla gelirdi eve. Bizim evde balık köftesi, balık çorbası, balık pilavı gibi balıklı tüm yemekler pişerdi ben küçükken. Babanızı hep balık tutarken anlattınız. Mesleği neydi peki kendisinin? Babam da benim gibi bir iktisatçı aslında. Ama en büyük hobisi balık tutmak ve arkadaşlarıyla dolu bir sofrada rakı içmek. Bir hayat nasıl yaşanır derseniz, babamınki gibi derim ben. Nasıl bir evde büyüdünüz peki? Kalabalık bir aileniz mi var? Aslında evde sadece annem, babam ve ben vardık, ama misafiri bol bir evde büyüdüm. Gelenimiz gidenimiz çoktu. Akşamları evde yatacak yer bulursam kendimi şanslı sayardım. Gelen yemek yer, içki içer ve sonra da yatıya kalırdı. Gece kalktığımda yerde 10 tane yer yatağı bulurdum. Abim de deniz subayıydı, hafta sonları eve gelirken arkadaşlarını da getirirdi. Çok şen şakrak, sohbeti bol ve kalabalık bir evde büyüdüm. Ama enteresan bir şekilde kalabalığı sevmem. ‘ÂŞIK OLUNCA BALIKLARA İLGİM BİTTİ’ Balığa çıktığınız dönemlerde kaç yaşlarındaydınız? Balık tutmaya ilkokulda başladım ve üniversitede aşık oluncaya kadar balığa çıktım. Ne zamanki aşık oldum, o zaman balıklarla ilgim kalmadı. Güzel yere geldik. Sonra neler oldu peki? Üniversitede aşık oldum, 4 sene sınıf arkadaşı olduk ve evlendik mezun olunca. 3 sene önce de boşandık. Evliliğe ömür boyu sürmeli diye bakarsanız, başarısız bir evliliğim olduğunu söyleyebilirsiniz. Ama ben ilişkiye süre vermeyi doğru bulmuyorum. Önemli olan birlikte olduğunuz süreyi ne kalitede ve nasıl yaşadığınız. Biz eski eşimle çok güzel şeyler yaşadık, 2 güzel çocuk büyüttük. Bu nedenle başarılı bir evliliğimiz olduğunu düşünüyorum. Sadece bitti. ‘HIRSLI BİRİ DEĞİLİM’ Geriye baktığınızda bu yoğunluk içinde bir şeyleri ihmal etmiş olduğunuz hissine kapıldınız mı hiç? Hayatı ihmal etmek zamanla değil, bakış açısıyla ilgili bence. Bütün gün zamanınız da olsa endişelerinizle, kaygılarınızla hayatı ihmal edebilirsiniz. Eski eşim fotoğraf sanatçısıydı aynı zamanda ve bu da bize sürekli seyahat etme avantajı sağlıyordu. Hem Türkiye’de hem de yurtdışında çok yer gezdik. Ben kariyerim için genellikle geceleri çalışıyordum. Çocuklarım uyuduktan sonra çalıştım hep. Aslına bakarsanız kariyeri de çok önemsemedim. Bana hayatım boyunca hırslı biri olduğumu söylediler ama ben bunu hiç kabul etmedim. Hırslı insan, kariyer hedefi koyar ve o hedefe gitmek için yapabileceği her şeyi yapar. Ben üniversite sınavına girerken, hangi üniversiteyi kazanacağım bile pek umurumda değildi. Üniversiteden mezun olunca da ne iş yapacağımı bilmiyordum. Ben sadece yaptığım işi en iyi yapmaya çalışırım hepsi bu. Çalıştığım işle ilgili hedef koyup ona ulaşmaya uğraştım, makam hedefine değil. Fakat işle ilgili bir konuyu kafama taktıysam o işle yatıp o işle kalkıyorum. Hatta başucumda hep post it vardır. Gece uyanıp not alır, tekrar yatarım. Bu durum birlikte çalıştığım insanları da son derece zorlar. Bu nedenle benimle çalışmak bazen çok yorucu olabiliyor. ‘ACENTELİK DÖNEMİMDE SADECE 4 POLİÇE KESEBİLDİM’ İş hayatına atılmanız nasıl oldu peki? Okuldan mezun olunca, bana devlet kurumlarını tanımam gerektiğini söyledi herkes. Bu yüzden 20 yaşında evlenip Ankara’ya gittim ve Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı İhracat Genel Müdürlüğü’nde çalışmaya başladım. Müsteşarlık bürokrasinin hakim olduğu bir kurum. Bense sadece inandığım ve doğru bulduğum işleri yapan bir insanım. Buranın bana uygun olmadığını anlayınca, özgür olabileceğim bir iş yapmaya karar verdim ve ayrılıp olmayan paramla kendime bir işyeri açtım. Bilgisayar programcılığı işine girdim ama başarısız bir deneyim oldu. Bir yıl sonra, 28 yaşındayken de sigorta sektörüne ilk adımımı attım. Güneş Sigorta’dan bir acentelik aldım ve o dönem Mehmet Aydoğdu’dan gördüğüm desteği hiç unutmadım. İlk poliçeyi babamın arabasına kestim. İkincisini abimin arabasına, üçüncüsünü kendi arabamıza ve son poliçeyi ise kayınpederimin arabasına kestim. Toplamda 4 poliçe kestim sadece yani. Hiçbir arkadaşınız almadı mı sizden poliçe? Arkadaşlarımla konuşurken sigorta acenteliği açtığımı söylemiştim ve bence bu yeterliydi. Çünkü kimseden bir şey istemeyi sevmem. İhtiyaçları olduğunda gelip bana sorarlar diye düşünmüştüm. Kimse sormadığına göre kimsenin ihtiyacı yok dedim. Ne kadar iyi bir satıcı olduğum anlaşılıyor değil mi? İnanılmaz derecede battığım bir dönemdi. Sonra beceremiyorsun neden buradasın dedim kendime. Mutsuz olduğum hiçbir yerde duramadığım için de, acenteliği kapadıktan sonra Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nda çalışmaya başladım. Ancak orası da beni tatmin etmedi. Sonra üniversiteye geçmeye karar verdim. En azından daha özgür olurum dedim. Marmara Üniversitesi’nde göreve başladım ve çok güzel işler yaptım orada. O okulda çok emeğim vardır, çocuğum gibidir orası. Ancak oradaki misyonumu da tamamladım ve ayrıldım. O dönemde TSRŞB bünyesinde, Avrupa Birliği ve Mevzuat’tan Sorumlu Genel Sekreter yardımcılığı birimi açıldı ve orada genel sekreter yardımcısı olarak göreve başladım. Çok heyecanlı ve güzel çalışmalar yaptık. Daha sonra TSEV söz konusu oldu ve 2007 Şubat’ta da TSEV’e geçtim. İş hayatım boyunca, bir şeyleri düzeltmek, kurmak ve yeni bir şeyler yapmanın heyecanı beni hep çekmiştir. ‘HAYATTA İYİ YA DA KÖTÜ DİYE BİR ŞEY OLMADIĞINI GÖRDÜM’ Çocuklarınız nerede okuyor? Nelerle ilgileniyor? Oğlum 22 yaşında ve çevre mühendisliğini bitirdi bu sene. Bir fabrikada çevre mühendisi olarak çalışmaya başladı. Yeni bir şeyler yapmaya çalışıyor. Ama bazı şeyleri kolay değiştiremediğini görünce de hayal kırıklığına uğruyor. Kızım da 21 yaşında ve bu sene Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Bir yandan avukatlık stajını yaparken, diğer yandan kurdukları bir grupla flamenko dansı yapıyor ve hayallerinin peşinden gidiyor. Çok erken anne olmuşsunuz. Bu hayatınıza nasıl yansıdı? Erken evlendiğim ve 22 yaşında anne olduğum için bazı şeyleri düşünmeye zamanım olmadı. Ama çocuklarımla beraber büyüdüm, çizgi film seyrettim, lego oynadım, çok eğlendim, çok iyi arkadaşlık ettiler bana. Eşimden ayrılmam hayatımda yeni bir dönem başlattı. Boşandıktan sonra geriye dönüp hayatta ne istediğimi düşünmeye başladım ve aslında hayatta iyi-kötü diye bir şey olmadığını gördüm. Her şey bir deneyim. Bizi bu güne getirenler de o deneyimler. Hayatı ne kadar fazla ciddiye aldığımı anladığım bir dönem geçirdim. Şimdi daha rahat olup, her şeyi akışa bırakmaya karar verdim. Hayatı kontrol etmek mümkün değil. Yaşadıklarınızı neden yaşadığınızı anlamak bence o süreçte yapılabilecek en zekice şey. Ben en çok kendime acımamaya dikkat ediyorum. Hayata hep olumlu baktım. Sorunlarım oldu, üzüntülerim oldu ama kendime hiç acımadım. Yani ‘ben saçımı süpürge ettim ama! vah vah!’ demedim, hep görmeye, anlamaya çalıştım. YAPRAK SARMASININ BAŞINA GELENLER Yemekle aranız nasıl peki, sever misiniz yemek yapmayı? En sevdiğim yemek etli yaprak sarması. Bununla ilgili de bir anımı anlatayım: Evlenene kadar annem bana hiçbir şey yaptırmamıştı. Evlenince her şeyi kendim yapmak durumunda kaldım tabii. Evliliğimin ilk aylarında bir gün canım etli yaprak sarması istedi. O gece 4’e kadar minik minik yaprak sardım. Yapraklar pişti ve ertesi güne hazır hale geldi. O gün de misafir geldi. ‘Aç mısın?’ dedim, ‘Açım’ dedi. ‘Ne yersin?’ dedim, ‘Siz ne yiyorsanız onu yerim’ dedi. Ben bonfile yapmayı önersem de kabul ettiremedim ve dolmayı hazırladım. 2–3 lokma alıp bırakmaz mı bir de. Meğer sevmezmiş. Benim için altın kıymetindeydi o yaprak sarması ve çöpe gitti maalesef. Ne kadar üzüldüğümü anlatamam. ‘RUHUMA İŞKENCE YAPMADIM’ Gelecekle ilgili nasıl planlarınız, beklentileriniz var peki? Ben birine gülmek istiyorsam güldüm, istemiyorsam gülmedim, içimden gelenleri her zaman söyledim, olmak istemediğim yerde durmadım. Kısacası ruhuma hiç işkence yapmadım. Toplumsal değerler nedeniyle, birkaç kez bunların aksini yaptığımda ise, ruhum isyan etti ve hemen sağlığım bozuldu. Bundan sonra da ruhumu daha da özgürleştirerek hayatıma devam etmek istiyorum. Çoğu insanın gözlerine bakın, coşku olmadığını görürsünüz. Çünkü her şeyi kendilerine rağmen yapmışlar. Böyle olunca yaşamın anlamından sapmış oluyorsunuz. Belki de ruhunuz çöpçü olup, sabahları bankta oturup kahvaltı etmek istiyor. Bunun bir kuralı, bir standardı yok ki. Ben okuldaki öğrencilerime de bunu söylüyordum; Canınız belki de dünyanın en güzel siyah gülünü yetiştirmek isteyecek. O zaman bırakın her şeyi ve gidin bahçıvan olun. ‘Kalbinizin sesini dinleyin’ sözü doğru. Bu oldukça hem siz mutlu oluyorsunuz hem de yaptıklarınız bir işe yarıyor. Kalbimizden daha mı iyi biliyoruz? Bilmiyoruz. Ben son senelerde üzüldüğüm konuları analiz etmeye başladım. Neden üzülüp, neden sinirlendiğime baktığımda aslında kendi zayıf yönlerime parmak basan insanlara sinirlendiğimi gördüm. Acaba benim açık kapılarım neler diye anlamaya çalıştım sonra da, çok yoruldum bu süreçte ama işe yaradı. Aynaya baktığımızda gözlerimizdeki ışıltıyı görmemiz lazım. O solmaya başlayınca da neler olduğunu düşünüp tamir etmek lazım. Temel hedef bu olmalı bence. Gözlerdeki o ışık gidince, geri gelmesi mümkün olmuyor ve hayatın hiçbir anlamı kalmıyor çünkü. Sigortacı Gazetesi
ETİKETLER :
YORUMLAR (1)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)