BASIN TOPLANTISI - ETKİNLİK - KONFERANS
Basın Daveti Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği 06 Şubat 2020, 09:30

Türkiye Kurumsal Yatırımcı Yöneticileri Derneği (TKYD), 2019 yılında Emeklilik ve Yatırım Fonları performanslarını ve fonlara artan ilgiyi açıklıyor. 06 Şubat 2020...

Tüm Etkinlikleri Göster
BANKA HİSSELERİ
Hisse Fiyat Değişim(%) Piyasa Değeri

E-posta listemize kayıt olun, en son haberler adresinize gelsin.

Ana SayfaBankacılıkBankalar faizin yükselmesini mi düşmesini mi ister----

Bankalar faizin yükselmesini mi düşmesini mi ister

Bankalar faizin yükselmesini mi düşmesini mi ister
10 Ağustos 2017 - 06:44 www.finansgundem.com

Bankalar son dönemde ekonomide en çok tartışılan konulardan biri haline geldi...

Bankaların 2017'de gösterdiği yüksek performans dikkatlerin üzerlerinde yoğunlaşmasına neden oldu. Yüksek performansla birlikte kârlılık ve faiz konusunda da tartışmalar yaşanmaya devam ediyor. Dünya'dan Açıl Sezen bugünkü yazısında bankaların kârlılık ve faiz oranlarını değerlendirdi. İşte Sezen'in o yazısı:

Bankaların karlılığı, her zaman en çok tartışılan konulardan biri oldu. Bunun iki nedeni var. Birincisi, Türkiye’de siyasiler gelişen bir ülke olduğumuz için haklı olarak “büyüme” istiyor.

Fakat bu büyümeyi finanse edecek kaynağımız yok. İç tasarruflarımız yetersiz. Hal böyle olunca, bizim büyüme modelimiz şu şekilde yürüyor:

1) Yurtdışından borç al.

2) Bunu krediye dönüştür.

3) Ülkede yaşayan insan ve kurumları kredi yoluyla borçlandır.

4) Onları harcamaya teşvik et ve büyü.

Bunların yetmediği yerde devlet baba harcama yapar, ekonominin büyümesine katkı sağlar.

Bir de ihracatımız vardır, dışarıdaki pazarlar iyiyse, oradan da katkı sağlarız. Hal böyle olunca, sistemin odağına bankacılık sistemi ve onların verdiği kredilerin maliyetlerini oturtmak zorunda kalıyorsunuz. Zira ülkede çalışan bir sermaye piyasası yok. Bu büyüme modeli, dünyanın birçok gelişen ülkesinde denendi ve maalesef pek iyi sonuçlanmadı. Bizim 15 yıldır bu modeli çalıştırabilmemizin alameti farikasını ise kendimizde değil, dünyada yaşanan krizde bulabiliriz. Kriz ve beraberinde getirdiği inanılmaz likidite koşulları olmasa, bu modelin çok önceden sorunla karşılaştığını görebilirdik.

Model değişikliğine ihtiyacımız var

Dolayısıyla üretim, teknoloji ve verim odaklı bir model değişikliğine ihtiyacımız olduğu, su götürmez bir gerçektir. Bunu ertelediğimiz sürece mesafe açılacak, acı gerçeklerle karşılaştığımızda önümüze gelecek ekonomik fatura büyüyecektir.

Tekrar mevcut sisteme dönelim.

Dediğimiz gibi büyüme modelinin özü bankacılık.

Anın fotoğrafını çekip, yapılan itirazları soru-cevap olarak değerlendirmeye çalışalım:

- Bankalar çok mu kâr ediyor?

Bankalar, geçen yılın ikinci yarısına kadar az kâr ediyordu. Özsermaye kârları yüzde 10’ların altına kadar inmişti. Öyle ki, bir banka patronu parasını kendi bankasına sermaye olarak koymak yerine başka bir bankaya mevduat olarak koyduğunda daha yüksek getiri elde eder hale gelmişti. Bunun sonucu olarak kredi arzı azaldı. Sıkışıklık, yaşanan gerginliklerin de etkisiyle ekonomik soğumaya dönüşmeye başladı. Özellikle 2015 bankacılık açısından oldukça sorunlu bir yıl oldu.

Siyasi otorite, buna doğru bir adımla önlem aldı. Bankalara uyguladıkları karşılıkları aşağı çekerek taze kaynak yarattı, karlılıkları yukarı çekebilecek çok etkili bir hamle yaptı. Yani 2016 yılında bankaların yüzde 40’lık kar artışı, bizatihi kamu tarafından sağlanan destek sayesinde oldu. Zira hem baz yılı olarak 2015 feci bir yıldı hem de devlet bankalara destek olmaya karar vermişti.

Bu sene ise devreye Kredi Garanti Fonu girdi. Hazine garantili borçlanma imkanı sağlanınca kredi büyüme hızı yüzde 40’ların üzerine çıktı. Şimdi normalleşiyor. Dolayısıyla geçen yılın tamamında 25 milyar TL kar eden bankaların bu sene altı aylık karının 25 milyar TL olmasında, yine devletin desteği etkili oldu. 2012 sonrasında bankaların karını Makro ihtiyati tedbirlerle sınırlayan devlet, yeni düzenlemelerle kar etmelerinin önünü açtı. Şimdi özsermeyi karlılığı yüzde 15’lerin üzerine çıktı, sektör rahatladı.

- Bankalar nereden fedakarlık edebilir?

Aldığı ve sattığı para arasındaki farka ise “net Faiz marjı” diyoruz. Yüksek bulunan yer burası olabilir, o da sektör ortalamasında yüzde 3’ler civarında. (Bazı bankalarda 4’lerde.) Burasının düşürülmesi talep edilebilir, ama bunun toplam kredi maliyeti üzerindeki etkisinin ne kadar olacağına bakmak gerekir.

Bankacılık en regüle sektördür, o yüzden regülasyonu yapan karlılık üzerinde söz sahibidir. O da devlettir.

- Bankalar ekonomiye yeterli katkı sağlıyor mu?

Bankaların elinde 1.6 trilyon liralık mevduat var. Bunun karşılığında ne kadar kredi vermişler? 1.9 trilyon TL. Bankalar Birliği Başkanı Hüseyin Aydın’ın “Elde avuçta ne varsa verdik” derken kastettiği budur. Kendi rasyoları ve düzenlemeler müsade ettiği ölçüde bankalar ekonomiye katkı sağlıyor. Bankalar, yaygın kanının aksine kredi vermemeye değil, mümkün olduğunca kredi vermeye çalışırlar. Çünkü parayı buradan kazanırlar.

- Bankalar çok yüksek faiz ile mi kredi veriyor?

Bankaların parayı bulduğu üç yer var. Bizlerden aldığı mevduatlar (1.6 trilyon TL). Merkez Bankası’ndan aldığı fonlama (Yaklaşık 100 milyar TL).

Yurt dışından swap, seküritizasyon, sendikasyonlar ile elde ettiği kaynaklar. Bunların üzerine ülke riskini, şirket riskini ve kendi karını koyup kredi veriyorlar. Yukarıda yazdığımız mevduat ile krediler arasındaki fark, bankaların yeni kaynak ihtiyacını gösteriyor. Bu kaynağı bulabilmek için de gidip mevduat sahibine daha yüksek faiz veriyorlar. Kaynak maliyeti artınca, kredi maliyeti de artıyor.

- Bankalar faizin yükselmesini mi düşmesini mi ister?

Bankaların yüksek faizi sevdiği bir şehir efsanesidir. Çünkü tam tersine bankalar düşen faizden para kazanır. Çünkü bir bankanın bugün yüzde 15 faizle verdiği bir kredi, 2 yıl sonra faiz yüzde 13’e düştüğünde bankaya kar, yüzde 17’ye çıktığında ise zarar yazdıracaktır. Siz banka olsanız hangisini istersiniz?

- Bankaların elde ettikleri karların nominal seviyesi yüksek mi?

Elbette yüksek. Ama bu kârı elde etmek için bankalar kaç milyar TL sermaye bağlamışlar? Buna da bakmak gerekir. Bir de, bu kadar zorlarken, bankaların sadece sermaye yeterlilik rasyolarına değil, likidite rasyolarına da yakından bakmak gerektiğini düşünüyorum. Buralarda ufak ufak dikkate değer şeyler olduğunu atlamamakta yarar var.

Sözün özü: Modeli, yan etkilerine bakmadan sadece büyüme üzerine kurduğumuz, bunun odağına da sadece bankaları yerleştirdiğimiz sürece, bu kısır tartışma hep hayatımızın içinde kalacak. Çözüm, hem yumuşak geçişle büyüme modelini değiştirmekten hem de sermaye piyasası bacağını kuvvetlendirerek yeni tasarruf ve finansman alanları yaratmaktan geçiyor.

ETİKETLER :
YORUMLAR (0)
:) :( ;) :D :O (6) (A) :'( :| :o) 8-) :-* (M)